St. Petersburg'da Mevsimler: Cennetten Cehenneme
Saatler sabahın sekizini gösteriyor. Her yer karanlık. Dondurucu bir soğuk, puslu bir hava. Ana cadde ve ara sokaklar tamamen karlı kaplı. Dize kadar gelen karda arabanın üzerindeki karları temizlemek için ilerlemeye çalışıyorum. Ne belediyenin kar temizleme araçları var ne de işçiler. Yürüyeceğim mesafe yalnızca 200 metre. Önce rüzgârdan dolayı gözlerim yaşarıyor, daha sonra soğuk havanın etkisiyle gözyaşlarım donuyor. Akabinde kirpiklerim ve nihayetinde gözlerim kapanıyor. İçliklerle dolu kalın giyindiğim elbise vücuduma yapışıyor. Önce parmaklarım donuyor, sonra ayaklarım ve bacaklarım. Sonra tüm kemiklerimin titrediğini hissediyorum. Evet, tüm bunlar yalnızca 200 metrelik mesafede oluyor.
*
Coğrafyaya göre inanç sistemleri geliştiğinden kuzeyde yaşayan halklar (Lap Halkı) cehennemi buzla tasvir ediyorlar. Cennet ise güneşin altında sıcak bir yer. Bu inancı burada, St. Petersburg’da yaşamamanız kaçınılmaz. İlkbaharla birlikte şehir cennetten manzarayı sizlere sunarken, kışın ise dondurucu havada kendinizi kuzeylilerin tabiriyle cehennemde hissediyorsunuz. Çariçe Katerina’nın modernize ettiği, tarihi önemi, mimari yapısıyla açık hava müzesi olan bu şehir yıl içinde iki farklı uç manzarayı insanlara sunuyor. Önce cennet, sonra cehennem…
İnsanların bilinçaltındaki cennet manzaraları nasıldır bilemiyorum, fakat tüm dini inançlarda yemyeşil bahçeler, rengarenk çiçekler, tertemiz ırmaklar ana tema olarak işlenir. Cennetin mikro tipini görmek isteyenler mutlaka ilkbaharla birlikte Petersburg’a gelmesi, burada birkaç hafta geçirmesi gerekiyor.
Şehir mayıs ayından itibaren yemyeşil ağaçları, rengarenk çiçekleri, misk kokan bahçeleri, tertemiz nehir ve gölleri size bahşediyor. Ağaçlar kış mevsimi boyunca yeterince beslendiği için ilkbaharla birlikte yenilenmiş şekilde ormanları kaplıyor. Yeşilin tüm tonlarının ağırlıklı olduğu gür ormanlar, uzun boylu boyunca çayırlar ve irili ufaklı tepelerde tundralar tuvalden çıkmışçasına birer sanat eseri mahiyetinde gözlerinizi büyülüyor. Kış mevsiminden sonra kendini yenileyen ağaçların arasında gezinirken balta girmemiş ormanlarda dolaşıyormuş hissine kapılabilirsiniz. Ormanlar o kadar bakir görünüyorlar ki daha önce insan eli değmemişçesine insana huzur ve bolca oksijen veriyor. Herhangi bir ormana gidip saatlerce dolaşabilir, doğanın bu tüm zenginliğinden faydalanabilirsiniz.
Yazın ayrıca park ve bahçelerde ressamları, müzik aleti çalan sanatçıları, gençlerin düzenlediği festivallerini izleyebilir, bu cennet manzarasında keyfinize keyif katabilirsiniz. Saraylarıyla meşhur şehirde yazlık saraylara gidebilir, bu mekanlardaki park ve bahçelerde dilediğinizce vakit geçirebilirsiniz. Yaz için ekstra olan şeylerden biri de şehirde uzun beyaz gecelerin yaşanıyor olması. Bu durum kimi insana göre olumsuz olabilir, fakat uykuyla ilgili sorununuz yoksa, aydınlıkta uyumak sizin için problem değilse buradaki manzarayı yaşamak için gün boyunca dilediğinizce vaktiniz olacaktır. Bu şehirde yaz mevsimi adına söylenebilecek tek olumsuz şey şehrin kanallar üzerine kurulmasından dolayı oluşan nemin sivrisinekler için de cennete dönüşmesi. Büyüsüne kapıldığınız doğanın arasında nehir ve göl kenarlarına gidip tertemiz sularda yüzmek sivrisineklerden dolayı bayağı bir zor. Maalesef belediyenin göl ve nehir kenarlarında cirit atan sivrisinekler için ilaçlama gibi tedbir bulunmuyor. İki günde bir yenilenen asfalt çalışmalarına harcanan tonlarca para insanları rahatsız eden, temiz göl ve nehirlerden faydalanmak isteyen halka engel olan sivrisinekleri ilaçlamaya harcanmıyor. Her konuda olduğu gibi Petersburg halkı bu konuda da duyarsız. Kimse bu konuda ne gerekli mercilere başvuruda bulunuyor ne de şikâyet ediyor. Olumsuz sayabileceğimiz sivrisinekler haricinde bu cennetten parça doğayı, ilkbaharla birlikte oluşan bu büyüleyici şehri ölmeden önce görülmesi gereken listeye mutlaka eklemenizi tavsiye ediyorum.
*
Eylül ayıyla birlikte tüm bu güzellikler kayboluyor. Şehre yeni bir kimlik ve manzara hâkim oluyor. Yazın cennetvari dokusu gidiyor yerine kasvetli, gri tonların ağırlıklı olduğu, yağışlı, rüzgârlı bir şehir geliyor. Türkiye’de dört mevsimi yaşadığımız için (gerçi küresel ısınmayla artık bu özel niteliğimizde giderek kayboluyor) bizler mevsimleri yeterince hissedebiliyoruz. İlkbahar, yaz, sonbahar ve kış mevsimlerinin geçişlerini anlayabiliyoruz. Örneğin, “havalar soğudu, artık sonbahara girdik” diyoruz. Burada mevsimsel geçişler çok keskin oluyor. Artı on beş derece hava (bu sıcaklık burası için yaz sıcaklığına eşit) bir anda eksi iki derecelere düşebiliyor. Coğrafi konumundan ötürü gece – gündüz arasındaki sıcaklık farklılıkları da cabası. Sabah uyandığınızda havanın güzelliğine aldanmamanız, meteorolojinin bilgisine güvenmemeniz gerekiyor. Sürekli yanınızda şemsiyeniz ve paltonuz olmak zorunda. Aniden bastıran yağmura yakalanabilir, güneşli başlayan günde soğuktan donabilirsiniz. Dolayısıyla sürekli tedbirli olmakta fayda var. İnsanların şaşkın bakışları arasında kavurucu sıcakta dahi montla gezdiğim çok olmuştur. Uzun bir süre bu keskin geçişkenliğe bir türlü alışamadım.
Petersburg halkı her ne kadar “biz de Türkiye gibi dört mevsimi yaşıyoruz” dese de onların sonbahar dedikleri mevsim bize göre kış, ilkbahar ise yazla birlikte başlıyor. Dolayısıyla bize göre yıl boyunca iki mevsimi yaşadıklarını söylemekte hiçbir bahis yok. Petersburg özelinde yılın en kasvetli ve psikolojiyi yerle bir eden dönem ise eylül ve ekim ayları arası. Bu dönemde istikrarsız şekilde aniden bastıran yağmur ve kuru ayaz tüm ruhunuzun enerjisini alıyor. Kendinizi huzursuz hissediyor, biriktirdiğiniz tüm pozitif enerjinizi yitirebiliyorsunuz.
Kasım ayıyla birlikte kış kendini gösteriyor hava sıcaklığı eksi derecelerde seyrediyor. Karla karışık yağmur ve sert esen fırtına haftalarca sürüyor ve yerini nisan ayına kadar sürecek kara bırakıyor. Dışarıda vakit geçirmek, sosyalleşmek, yaz boyunca gezdiğiniz yerleri tekrar ziyaret etmek neredeyse imkânsız hale geliyor. Yazın beyaz geceleri yerini kışın karanlık gecelerine bırakıyor. Gün geç başlıyor ve erken bitiyor. Kasım ayında sabah sekiz buçuk civarında gün aydınlanırken aralık ayında dokuzda gün aydınlanıyor. Gün batımı ise kasım ayında genel olarak öğleden sonra dört buçuk gibi yaşanırken, aralık ayında dörtte karanlık başlıyor. Yazın beyaz gecelerinden kışın karanlık gecelerine geçiş için de ayrı bir adaptasyon gerekiyor. Biyolojik olarak bu duruma hazır değilseniz ruhsal olarak sıkıntı çekmeniz kaçınılmaz. Zannetmeyin ki Petersburg halkı bu sıkıntıları ruhsal olarak yaşamıyor. Onlar bu durumu en derinden yaşayanlar. İnsanların yüzlerinden, hal ve hareketlerinden ruhsal çöküntünün işaretlerini alabiliyorsunuz. İşçiler, öğrenciler, yaşlılar, memurlar, güvenlik görevlileri, yani tüm halkın ruhsal olarak çöktüğünü gözlemliyorsunuz. İnsanlarda karamsarlık, umutsuzluk, çaresizlik hâkim oluyor. Bu nedenle alkol ve uyuşturucu kullanımı yaygınlaşıyor. Buna bağlı olarak intihar vakaları yaşanıyor (Rusya intihar vaka oranlarında 200 ülke arasında 17. sırada yer alıyor. Ülke genelinde 100.000 kişiden 1,7’si intiharla yaşamına son verirken bu oran St. Petersburg’da 5,1. Yani ülke genelinin tam üç katı. Elbette intihar vakalarının ardında sosyolojik ve ekonomik birçok sebep bulunmakta, fakat iklimin ve hava şartlarının da bunda etkisinin olduğunu söylemek lazım).
Öğrenilmiş çaresizlik sendromunun neden bu ülkede yaygın psikolojik bir sorun olduğunu anlamak zor değil. İnsanlar coğrafyanın getirdiği koşullara karşı mücadele etmek zorundalar. Fakat bu mücadeleyi devlet yardımlarından uzak sadece kendi çabalarıyla yapmak zorundalar. Dolayısıyla insanların doğaya karşı mücadelesi, omuzlarındaki yük çok ağır. Aynı mevsimsel ve coğrafi koşullara sahip olmasına rağmen dünyanın en mutlu ülkesi olan Finlandiya halkı ile yanı başındaki Petersburg halkının farklı psikolojik duruma sahip olmalarının nedenini genetik özelliklerle açıklayamazsınız.
İnsanlar nasıl ki kara, kışa, dondurucu soğuğa karşı çıkmanın imkânsız olduğunu biliyorlarsa benzer şekilde hükümete karşı çıkmanın da boşa bir çaba olduğunu biliyorlar. Yalnızca hükümete değil herhangi bir devlet kurumunda çalışan memura dahi seslerini çıkaramıyorlar. Çünkü isyan etmenin bir işe yaramayacağını ve biraz sesleri yükse çıksa başlarına neler gelebileceğini tahmin edebiliyorlar. Dolayısıyla kaderine razı olmak ya da ülkeyi terk etmek dışında başka seçenekleri bulunmuyor. Bu bağlamda Türkiye’ye yerleşen Rusların yalnızca soğuk hava nedeniyle göç ettiklerini düşünmeyin. Özellikle Petersburg ve Moskova’dan gelen halkın çoğu bu öğrenilmiş çaresizlikten kurtulmak isteyen, hava koşulları iyi, nispeten özgürlüğün olduğu Türkiye’ye geliyorlar (Rusya’daki devlet baskısı ve halkın genel durumuna yakından şahitlik edince, gazetecilerin hapse konulduğu, kanunla insanların işinden edildiği, sosyal medyada paylaşılan bir yazı nedeniyle gözaltına alındığı Türkiye’nin tüm bu demokrasi dışı, insan haklarını çiğneyen politikalarına rağmen daha iyi olduğunu söylemek lazım. İyi demek de ne kadar doğru bilemiyorum. Fakat en azından Türkiye’de insanlar, özellikle şu son günlerde, alternatif seçeneklere umut bağlayıp demokrasiye sığınabiliyorlar. Türkiye’de insanların sesi olan bir kesim, hatta yüksek bir kitle hem mecliste hem de sosyal hayatta bulunuyor. Rusya’da alternatif seçenekler diye bir durum olmadığı gibi insanların sığınacakları demokratik herhangi bir kitle ya da sosyal oluşum yok. Umarım Türk halkı bu duruma düşmeden Rusya örneğinden ders alarak kendi geleceğini, siyasi ve demokratik özgürlüğünü kurtarır).
Öğrenilmiş çaresizlik içerisinde yaşayan Rus halkından örnek alabileceğimiz tek bir nokta var. O da her şeye rağmen hava koşullarına adapte olma zorunluluğu. Bu durum iyi bir şey mi bilemiyorum, fakat bizde kış mevsiminde yaşanan durumlar o kadar abartılı ki olumlu olarak gördüğüm bu durumu paylaşmak istiyorum.
Türkiye’de kış mevsimiyle ilgili tedbirler genellikle meteorolojinin yayınladığı tahminlerle alınmaktadır. Meteoroloji uzmanları tahminlerde bulunarak halkı kışa hazırlarlar. Önce belediye çalışanları harekete geçer. Ana yol ve caddelerde kar temizleme araçları hazır bir şekilde bekletilir. Sonra haber kanalları soğuk have ve kar yağışından bahseder. Halk ise kulağını valiliğe odaklar. Öğrenciler ve öğretmenler kar tatili için sabırsızlıkla beklerler. Kar daha havadan yere inmeden valilik çoktan eğitime ara verir. Birkaç gün süren, 5 cm'lik kar için öğrenciler eğitimlerinden geri kalırlar. Öğrencilerin ve öğretmenlerin şikayetçi olduklarını elbette düşünmüyorum. Aksine eğer kar yağıyor ve tatil yapılmıyorsa şikayet edip isyan ediyorlar. Çünkü onlar için kar tatil ve eğlence demek. Tüm bu durumun abartıldığını, kar tatili denilen saçma bir kararın rafa kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Yalnızca düşünmüyor, Ankara ve İstanbul valiliklerine bu konuda düşüncelerimi ve Rusya'daki örnekler baz alınarak yaşadıklarımı paylaşıyorum. Beni en çok rahatsız eden durum öğrencilere mevsim koşullarına adapte olmayı öğretmek yerine tatil yaptırarak onları sorumsuzluğa itmek ve özgüveni eksik bireyler olarak yetiştirmek.
Ruslar kış koşullarına göre yaşamlarını sürdürüyorlar. Bizler için haftalarca tatil yapılacak kar yağışında belediye çalışanları ana cadde ve sokaklara girip kar temizliğine girişmiyorlar. Caddeler 15 cm kadar karla kaplı olsa da bir tane belediye aracı çalışmıyor. Belli bir günden sonra buzlanmış yollar ağır iş makineleriyle kırılıyor. Kar yığınları ise caddelerde park etmiş arabaların yanına bırakılıyor. Gece park ettiğiniz arabanızı sabah kara batmış şekilde bulabiliyorsunuz. Tahmin edersiniz ki bu duruma karşı kimse sesini çıkarmıyor, şikayet etmeyi aklının ucuna bile getirmiyor. Türkiye'de yaşayan bir vatandaş olarak bu durumu hayal edebiliyor musunuz? Gece sokağa park ettiğiniz ve ertesi sabah işe yetişmek için kullanacağınız arabanız sabah kalktığınızda belediye çalışanları tarafından kara battığını görüyorsunuz, ne yaparsınız?
Rus edebiyatına hayranlık duyan ben, buradaki kış koşullarını derinden yaşayınca klasik Rus edebiyatçılarının ana temasını oluşturan kışı yeterince okuyamamışım diyorum. Burada tarifi imkânsız bir soğuk hava var. Ne kadar kalın giyinirseniz giyinin vücudunuzdaki tüm kemiklerin titrediğini hissediyorsunuz. Yolda yürürken soğuktan dolayı gözleriniz yaşarıyor. Biraz sonra gözyaşlarınız ve kirpikleriniz donuyor. Gözlerinizi açamıyorsunuz. Termometre -23 dereceyi gösteriyor, bu soğuk hava bile insanı öldürebilir ama hissettiğiniz soğukluk bunun da iki katı. Ayaklarınız, elleriniz, bacaklarınız, kaba etiniz donuyor. Eğer atkı kullanmadıysanız elmacık kemiklerinin donduğunu hissediyorsunuz. Şapka kullanmadan dışarı çıkmak neredeyse imkânsız ama çıkarsanız ve uzun süre vakit geçirirseniz kulağınızı soğuktan kaybedebilirsiniz. Bu cehennem değil de nedir? Buzla kaplı, soğuk ve karlı bir cehennem...
Tüm bu soğuğa karşı insanlar işlerinden, öğrenciler eğitimden geri kalmıyorlar. Herkes bu duruma alışmış ve katlanmış durumda. Hatta, "bu havada nasıl eğitime ara verilmez" demeniz halinde garip tepkilerle karşılaşabiliyorsunuz. -23 derece soğuk havada okula gitmeye çalışan küçük yaştaki çocukları görünce kendime sormadan edemiyorum; Türkiye'de biz mi bazı şeyleri abartıyoruz yoksa burada herkese normal gelen şeyler mi abartılı?
Yorumlar
Yorum Gönder