Fener – Moskova Sorunsalı Bağlamında Ukrayna – Rusya Çatışmasının Dini Tarafı, Türkiye’nin Arabuluculuk Teklifine Yaklaşımlar

 Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni dünya düzeninde Rusya Federasyonu eski Sovyetler Birliği ülkelerini kontrolü altında bulundurmayı ulusal politika haline getirerek Batılı organizasyonlarla yakın ilişkiler geliştirmelerine şüpheyle yaklaşmış ve bu kuruluşlarla işbirliği içine giren ülkeleri çeşitli yöntemlerle baskı kurmuş, savaşmış ya da işgal etmiştir. Rusya açısından tarihsel ve jeopolitik öneme sahip olan Ukrayna da Batı yanlısı politikaları nedeniyle önce Soğuk Savaş döneminde ekonomik ve askeri politikalarla, daha sonrada Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasıyla bu bedeli ödemiştir. Son yıllarda yaşanan Ukrayna’nın doğusundaki askeri hareketlilik ve Rusya’nın Donbass bölgesindeki soruna ilişkin askerlerini sınır bölgelerine yığarak askeri çözüm arayışları Ukrayna’nın karşılaşacağı daha birçok bedelin olduğunu göstermektedir.   

Rus devlet yapısının Ukrayna’ya karşı geliştirdiği politikalar yalnızca bu ülkenin stratejik bir konumda olması ya da Batı’yla işbirliğine girmiş olması değil dini statüdeki bazı çelişmeler ile de şekillenmektedir. Bu yazıda Rusya ve Ukrayna sorunun arka planında yatan Kiliseler arası anlaşmazlıkları ve devletlerin milli ve dini kimliklerine ilişkin ortaya attığı iddialar analiz edilecektir.



Ortodoks Dünyasının İdari Yapısı

Ortodoksluğun kendi içindeki kiliseler hiyerarşisindeki bölünmeler son bir asırdır belirginleşmiş olsa da son on yıldır siyasi ve dini konular üzerinden yaşanan sorunlar gerek kiliseler arası gerginliği gerekse de devletlerin karar alma mekanizmasındaki organları doğrudan etkilemektedir. Bunlardan en çarpıcı olanı 2010’lu yılların başında Ukrayna’daki politika yapıcıların İstanbul Fener Rum Patrikhanesi tarafından Kiev’in Moskova’dan ayrılma isteğinin 2019 yılında hayata geçmesi ve Rus ordusunun kendi “milli ve dini unsurlarını koruma adına” de facto olarak Kırım’ı işgal etmesi gösterilebilir. Kısa zaman içinde gerçekleşen bu iki önemli kırılma sonrası iki ülke arasındaki gerilimi “Kiliseler Arası Savaş” olarak değerlendiren birçok tarihçi bulunmaktadır. Bu bağlamda iki ülke arasında yaşanan sorunları yalnızca siyasi ve bölgesel meselelerle değil mezhep boyutunda da incelemek elzemdir.

Ortodoks dünyasının merkezi bir otoritesinin olmaması kiliseler arasındaki kırılganlığı beraberinde getirmektedir. Katolikleri tek bir elden yöneten Vatikan benzeri bir yapının bulunmayışı Kiliselerdeki hiyerarşiyi kilisenin tarihi, coğrafi konumu ve ilahi yönden önemi belirlemektedir. Genel olarak otoriterinin bulunmadığı Ortodoks dünyası kendi içinde özerkliklere bölünmektedir. Kiliseler arasında yapılan konsensüsteki temel kriter ise coğrafyaya göre ilişkilendirilmektedir. Hristiyan dünyasında büyük bir dinî birliği ya da dinler arası iş birliğini sağlama amacını hedefleyen Ekümeniklik doktrin ise Ortodoks dünyasında siyasi politikalardan ziyade ilahi ve idari bir konu olarak gelişmektedir. Bu yüzden herhangi bir ülkede bulunan kilisenin başka bir patriğin altındaki kilisenin siyasi işlerine karışma ya da siyasi karar alma merkezlerini yönetme yetkisi bulunmamaktadır. Fakat uluslararası küresel boyutta yaşanan herhangi bir sorunda ya da diğer mezhep veya dinleri ilgilendiren bir olayda yetki eşitler arasında birinci kabul edilen (primus inter pares) İstanbul Fener Rum Ortodoks Partikhanesi’ndedir. Fener Rum Patrikhanesi bu özel sıfatı (primus inter pares) Batı – Doğu Hristiyan dünyasının bölünmesi sonrası (1054) elde ettiği statüden almaktadır. Bir asır önceye kadar bu statü dünyanın diğer bölgelerindeki tüm Ortodoks kiliseler tarafından saygıyla karşılanmakta, her ne kadar “Müslüman bir ülkenin toprakları içinde kalsa da” patrikhanenin aldığı kararlar tüm Ortodokslar tarafından kabul edilmekteydi.

 

Soğuk Savaş Döneminde Patrikhanelerin Siyasi Eğilimleri

Dünyanın en büyük özerk Ortodoks Kilisesi olan Rus Ortodoks Kilisesi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan çift kutuplu dünya düzeninde siyasi gelişmelerden doğrudan etkilenen, komünist rejimin Balkan coğrafyalarındaki önemli siyasi araçlarından biri haline gelmiştir. Soğuk Savaş dönemine kadar reformist politikalardan uzak olan kilise, ikinci dünya savaşının hemen akabinde Balkan coğrafyasındaki nüfusu kontrol altına alma adına Stalin öncülüğünde geliştirilen “din ile barış” politikasının önemli bir aracı olmuştur. 1948'de Rus Kilisesi'nin bağımsızlığının 500. yılını kutlayan Rus Ortodoksları Batı'ya karşı sert bir tutum takınarak hem Vatikan'ı hem de Dünya Kiliseler Konseyi'ni Amerikan emperyalizmiyle işbirliği gerekçesiyle mahkûm ettiler. Kutbun diğer tarafındaki Batı ise bilhassa ABD, Stalin’in din üzerinden geliştirmek istediği politikalara karşılık Fener Rum Patrikliği’ni desteklemiştir. Öyle ki kendisini katı bir solcu olarak tanıtan dönemin Fener Rum Patriği V. Maksimos istifa ettirilerek yerine I. Athenagoras getirilmiştir. Athenagoras dönemin ABD Başkanı Harry S. Truman’ın özel uçağıyla Türkiye getirilerek bir günde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaptırılmış ve ilk açıklamasında Truman Doktrini’ne bağlılığını açıklamıştır. Bu dönemden itibaren Soğuk Savaş dönemi boyunca Fener ve Moskova Patrikhanelerinin siyasi ve dini kararları (özellikle nüfuz alanında) Batı ve Doğu’nun oyun kurucularının süzgecinden geçerek alınmıştır.

Fener ve Moskova Patrikliği arasındaki yumuşak güce dayalı çelişmeler Soğuk Savaş sonrası da devam etmiştir. Moskova Patrikliği Soğuk Savaş sonrası Fener Rum Patrikhanesi’nin konsensüs olmadan verdiği otosefallık statülerinin Batı’nın kendi çıkarına ilişkin geliştirdiği politikalarla paralel olduğunu değerlendirmiş ve bu doğrultuda patrikhanenin aldığı kararları eleştirerek tepki göstermiştir. Özellikle Estonya’daki Kilise’nin Fener Rum Patrikliği tarafından otosefallık alması Moskova’daki Kiliseyi rahatsız etmiştir. 

Kiliseler Üzerinden Gelişen Siyaset ve Anlayış Farklılıkları

Moskova Patrikliğinin en büyük tepkisi 2014 yılında Kiev’in kendini bağımsız ilan etmesi ve 2019 yılında Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi tarafından Kiev Patrikliği’ne otosefallığın verilmesidir. Fener Rum Patrikliğinin 1686 yılından bu yana en büyük Ortodoks cemaate sahip Rus Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olan Ukrayna topraklarındaki Ukrayna Ortodoks Kilisesi/Kiev Patrikliği’nin kurulmasını onaylaması ve berat anlamına gelen tomos adlı belgeyi Ukrayna metropoliti Epifaniy’e vermesi hem Moskova’daki Patrikliği hem de Kremlin’i kızdırmıştır. Moskova Patrikhanesi Kilise-Toplum İlişkileri Dairesi Başkanı Vladimir Legoyda, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un imzaladığı tomosun hiçbir hukuki hükme sahip olmayan bir kâğıt parçası olarak tanımlayarak alınan kararın geçersiz olduğunu belirtmiştir. Moskova Patrikhanesi Dış Kilise İlişkileri Dairesi Başkanı Metropolit İlarion ise olaya tarihsel perspektiften yaklaşarak Fener ile Moskova arasındaki bölünmeyi 1054 yılında Katolikler ile Ortodokslar arasındaki yaşanan bölünmeye benzeterek etkilerinin yüzlerce yıl sürebileceğini söylemiştir.

Rus ordusunun 18 Mart 2014 tarihinde Kırım’ı işgal etmesi sonrası Ukrayna’da demografik olarak Doğu – Batı yanlıları arasındaki dengeler değişikliğe uğradı. Ukrayna Kırım ve Donbass bölgelerindeki kontrolü ayrılıkçı Rus yanlılarına karşı kaybetti. Kırım'ın işgali sonrası Poroşenko hükümeti ülke içindeki komünist partiyi kapatarak ülkenin siyasi kaderini kesin olarak Batı’yla işbirliğine bağladı. Bunun yanı sıra Ukrayna Kilisesi, Moskova Patrikliğinin Rusya ulusal çıkarlarına hizmet ettiği gerekçesiyle kendisini otosefal ilan ederek Fener Rum Patrikhanesi tarafından kutsanılmalarını ve kendilerine meşruiyet verilmesini talep etti. Aynı zamanda Sovyetler Birliğinin yıkılması sonrası bağımsız bir kilise hayali kuran birçok siyasetçi Moskova Patrikliği aleyhine kampanyalar yürüttüler. Nihayetinde Fener Rum Patriği Bartholomeos’un geçtiğimiz yıllarda (2019) Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko ile Ukrayna Ortodoks Kilisesi'nin Moskova Patrikhanesi'nden ayrılma kararına imza atmaları ile iki kilise arasındaki kopuşu fiilen gerçekleşmiş olurken Rus Ortodoksları ve milliyetçi cepheler hem Ukrayna’ya hem de Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı konsolide olarak ortak siyasi ve dini bir cephe yarattılar.

Ruslar Kiev Prensliği zamanında Hristiyanlığa geçtikleri için Kiev Patrikhanesini büyük bir dini merkez olarak kabul ediyorlar. 1051 yılında inşa edilen Kiev’deki Ortodoksların en büyük manastırı olan Kiev-Peçersk Manastırı Rusların hac merkezlerinden biridir. Dolayısıyla Ruslar dini ve tarihi değerleri bakımın milli benliklerinin çıkış noktası gördükleri Kiev’i ve Ukrayna’yı kendi doğal nüfuz alanları olarak görüyorlar.  Bu konuda herhangi bir taviz vermedikleri gibi Kiev'in Batı ülkeleri tarafından işgal altında olduklarını iddia ederek Ukrayna meselesine kendi iç sorunları olarak değerlendiriyorlar. 

Ukrayna ise Kiev Patrikliğinin statüsü başta olmak üzere Ukrayna'daki ayrılıkçı grupların taleplerini tamamen ulusal güvenlik konusuna bağlıyor. Rusların benimsediği aşırı Slav politikaları reddederek kendilerine özgü milli politikaları ve bağımsızlık yanlısı, özgürlükçü, liberal ve demokratik devlet anlayışını benimsiyorlar. Ukraynalı politikacılar Moskova Patrikliğinin Kremlin tarafından idare edildiğini ve Ukrayna'nın içişlerine karışıldığını savunuyorlar. Dolayısıyla iki patrikhane arasındaki anlaşmazlıklar yalnızca Ukrayna ve Rusya’yı değil küresel bağlamda birçok devlet ve organizasyonu yakından ilgilendiren bir mesele haline geliyor.

Türkiye’nin Arabuluculuk Talepleri

Rus bürokratlar Kırım ve Donbass başta olmak üzere yaşanan siyasi ve askeri olayları dini, tarihi ve milli değerler nedeniyle kendi iç meseleleri olduklarını iddia ederek Türkiye gibi sorunun çözümüne ilişkin arabulucu olmak isteyen ülkelerin taleplerini geri çeviriyorlar. Ayrıca Türkiye’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne ev sahipliği yapması nedeniyle her ne kadar patrikhanenin kararlarına müdahale etme yetkisi olmamasına karşılık siyasi olarak birtakım engellemelerde bulunmasını istiyorlar. Türkiye’den talep edilen beklentiler karşılanmadığı gibi aksine Türkiye’nin milli savunma sanayisinin önemli parçalarından biri olan Baykar Bayraktar TB-2 insansız hava aracını Ukrayna'ya satmasını kabul edilemez bir durum olarak görüyorlar.

Rusya Federasyon Konseyi Uluslararası İlişkiler Komitesi üyesi senatör Sergey Tsekov, katıldığı bir radyo programında Türkiye’nin Kırım’a yaklaşımı nedeniyle arabulucu olamayacağını dile getirerek, “dini olarak kardeş olan halkların yaşadığı soruna ilişkin Türkiye arabulucu olamaz. Türkiye'nin Kırım'ı Rusya'nın bir parçası olarak tanımadığı ve sürekli olarak farklı seviyelerde konuştuğu gerçeği göz önüne alındığında, bu arabuluculuk konusunda şüphelerim var" şeklinde konuştu. Aynı programa katılan bir diğer senatör Olga Koviditi de “Türkiye kendisini arabulucu olarak önermeden önce, Minsk anlaşmalarının BM Güvenlik Konseyi'nin özel bir kararıyla onaylandığını dikkate almalı. Türkiye Karadeniz’de yaşanan soruna endişe duyuyorsa neden Bayraktar’ı Ukrayna'ya satıyor?” diye konuştu. 

Uluslararası bölgesel konularda uzman olan Rus yazar Pyotr Akopov ise Türkiye – Rusya ilişkilerini kaleme aldığı yazısında Ukrayna krizine ilişkin Türkiye’nin arabuluculuk teklifine karşı çıkarak, Türkiye’nin kendi iç meselelerine karışmaması yönünde telkinlerde bulunuyor. Akopov, “Türkiye bu süreçte arabulucu olmak istiyor olabilir, fakat bizim arabuluculara ihtiyacımız yok. Yapılabilecek en iyi yardım, Rusya-Ukrayna işlerine müdahale etmemek ve özellikle Kiev'e siyasi ve askeri desteği reddetmek olacaktır. Örneğin, Türkiye Bayraktar tesliminden vazgeçmeli. Rusya, Ankara'nın Kiev'le diyaloğu kesmesini, ilişkileri geliştirmeyi bırakmasını talep etmiyor, ancak Erdoğan'ın Kiev'de kiminle muhatap olduğunu anlaması, Ukrayna projesini destekleyerek kimin oyununa yardım ettiğini anlaması bizim için çok önemli. Yoksa Moskova'nın Ukrayna yönetimini esasında bağımsız olarak görmediğini Ankara bilmiyor mu? Rus makamlarının Kiev'e Batılı kukla rejim muamelesi yaptığını bilmiyorlar mı?” şeklinde değerlendirme yaparak Türkiye’nin Ukrayna meselesine karışmamasını dile getiriyor.

Rus bürokrat ve yazarlar katı bir şekilde Türkiye’nin arabulucu olmasını reddederlerken, Kiev tarafında ise Türkiye’nin arabuluculuk teklifi olumlu bir bakış açısı var.

Ukrayna Dışişleri Bakanı Kuleba, "Kiev, Normandiya formatındaki çalışma gruna bağlılığını koruyor, ancak biz hiçbir zaman diğer partnerler veya dostlar tarafından sunulan önerileri veya inisiyatifleri geri çevirmedik. Bu savaşı sonlandırmaya, şu anda Rusya'nın kontrolünde bulunan Ukrayna toprakları geri almaya yardımcı olabilecek her türlü çabaları memnuniyetle karşılayacağız. Türkiye gibi partnerlerle işbirliği yapmaya ve çabalarımızı koordine etmeye hazırız" şeklinde konuştu.


Sonuç

Rusya Federasyonu'nun benimsediği eski topraklardaki ülkeleri kontrol etme politikası Ukrayna özelinde kendi milli kimliklerinin temeli olarak benimsendiği için diğer eski Sovyet devletlerine karşı geliştirdiği politikalardan farklı olarak özel bir yer verilmekte ve yaşanan sorunlar kendi iç meseleler olarak kabul edilmektedir. Ukrayna ise Moskova Patrikliğinin ülke içinde siyasi propaganda yaptığını ileri sürerek Kiev Patrikliğini Fener Rum Patrikhanesi tarafından otosefal ilan edip ayrılıkçı grupları ülkeden çıkarmayı amaçlamaktadır. Ruslar için önemli bir yere sahip olan Kiev Patrikliğinin Moskova'dan ayrılması Ruslar tarafından dini ve milli gerekçelerle kabul edilemez bir durum olarak görüldüğünden Fener Patrikliğinin hukuki statü değişikliğine karşı çıkılmakta. Dolayısıyla iki ülke arasındaki farklı siyasi yaklaşımlar din temelinde karmaşık bir çatışmayı doğurmaktadır. Ortodoks dünyasının idari yapılanmasından ötürü merkezi otoriter bir kurumun bulunmaması  din üzerinden gelişen siyasi sorunların çözümünü sonuçsuz kılmakta, sorunları uluslararası boyuta taşımaktadır. Konuya ilişkin Ukraynalı bürokratlar uluslararası arabuluculuğun devreye girmesine sıcak bakarken, Ruslar herhangi bir ülkenin arabuluculuğunu kabul etmemekte, Ukrayna'nın ise Batılı ülkeler tarafından işgal edildiğini savunmaktadır. Dolayısıyla bu konuda yapılacak herhangi bir arabuluculuk teklifine sıcak bakmamakta ve kendi siyasi politikaları kapsamında çözüm arayışlarına girişmektedir. Türkiye son yıllarda Rusya'yla geliştirdiği stratejik ortaklık kapsamında Ukrayna meselesine daha hassas yaklaşmalı, meselenin dini çatışma yönünü doğru analiz ederek iki ülke arasındaki sorunun çözümüne ilişkin diplomatik girişimleri arttırmalıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geleceğin Rus Lideri Dmitri Medvedev: Yaşamı, Siyasi Kariyeri ve Reformist Politikaları

2024 Yılında Rusya Ekonomisinin Görünümü ve 2025 Yılı Beklentileri

Rusya Federasyonu Anayasal Sistem ve Devlet Kurumları