Rusya’nın Afrika Açılımı: Wagner’in Gölgesinde Yeni Bir Kolonyal Çağ mı?
Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği'nin anti-emperyalist retoriği doğrultusunda Afrika kıtasına yönelen diplomatik ve ideolojik destek, özellikle bağımsızlık mücadelesi veren ülkelerde büyük bir yankı bulmuştu. Angola, Mozambik ve Etiyopya gibi ülkelerde sosyalist devrimci hareketlerle kurulan ilişkiler, Moskova’nın küresel etkisini Batı karşıtı bir eksende genişletme çabasının parçasıydı. Ancak 1991’de Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle birlikte Rusya’nın dış politika öncelikleri köklü biçimde değişti; Afrika kıtası, ekonomik zorluklar ve iç siyasi çalkantılar nedeniyle uzun süre dış politika gündeminde marjinal bir konumda kaldı.
2000’li
yılların ortalarından itibaren Vladimir Putin liderliğinde yeniden küresel bir
güç haline gelme yönelimi, Afrika’yı da Rus dış politikasının radarına yeniden
dahil etti. Bu dönüş, klasik diplomatik kanalların ötesine geçerek askeri,
ekonomik ve paramiliter araçları kapsayan çok katmanlı bir stratejiye evrildi.
Rusya’nın Afrika'daki faaliyetleri, yalnızca devletlerarası ilişkilerle sınırlı
kalmadı; aynı zamanda Wagner Grubu gibi gayriresmî ama Kremlin ile sıkı
ilişkili aktörlerin öncülüğünde yeni bir nüfuz alanı inşasına dönüştü.
Bu
süreçte Moskova, kıta ülkelerine Batı’nın sunduğu koşullu yardımların aksine
daha esnek anlaşmalar ve güvenlik vaatleri sunarak cazip bir ortak profili
çizmeye çalıştı. Özellikle Fransa gibi eski sömürge güçlerinin etkisinin
azaldığı bölgelerde, Rusya’nın "alternatif ortak" olarak
konumlanması, yalnızca politik değil, aynı zamanda ideolojik ve tarihsel
anlamlar da taşıdı. Rus dış politikasının bu yeni safhasında Afrika, yalnızca
ekonomik çıkarların ya da güvenlik anlaşmalarının ötesinde, çok kutuplu dünya
düzeni vizyonunun sahnelendiği bir jeopolitik laboratuvar haline geldi.
Wagner
Grubu’nun Libya, Mali, Sudan ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerde
yürüttüğü operasyonlar; sahada klasik diplomatik araçların yerini hızla
güvenlik-odaklı iş birliklerinin ve askeri angajmanların aldığını gösterdi. Bu
bağlamda, Rusya'nın Afrika'daki mevcudiyeti, sadece konjonktürel bir strateji
değil, aynı zamanda küresel güç rekabetinde Batı karşıtı pozisyonunu
pekiştirmeye yönelik daha derin bir arayışın uzantısı olarak
değerlendirilmelidir. Kimi analistlere göre bu eğilim, Batı'nın klasik kolonyal
yöntemlerine karşı "yeni kolonyalizmin" daha esnek, hibrit ve
gayriresmî bir biçimi olarak ortaya çıkmaktadır.
1. Rusya’nın Afrika’daki Stratejik Hedefleri
Rusya’nın
Afrika’ya yönelik dış politikasındaki temel yönelim, kıtanın sunduğu doğal
kaynak zenginliği, diplomatik nüfuz potansiyeli ve Batı karşıtı bloklar inşa
etme imkânı gibi çok katmanlı çıkarlar etrafında şekillenmektedir. Afrika,
yalnızca enerji ve maden kaynakları açısından değil; aynı zamanda Birleşmiş
Milletler gibi uluslararası kuruluşlarda oy potansiyeli, Çin ve Batı ile
rekabet alanı oluşu ve güvenlik iş birliklerinin geliştirilmesine uygun
ortamıyla Moskova için cazip bir hedef haline gelmiştir.
Enerji,
altın, elmas ve uranyum gibi stratejik ham madde kaynakları, Rusya’nın Afrika
açılımının ekonomik motivasyonlarını oluşturan temel dinamikler arasında yer
almaktadır. Özellikle Orta Afrika Cumhuriyeti, Mali, Sudan ve Madagaskar gibi
ülkelerde Rusya ile yapılan anlaşmalar, maden işletme haklarının Rus
şirketlerine devredilmesi ya da doğrudan Wagner Grubu gibi paramiliter
yapılarla bağlantılı firmalar aracılığıyla sahada faaliyet yürütülmesini
içermektedir. Bu strateji, Rusya’nın değerli madenler konusunda olan dış
bağımlılığını azaltmak ya da Batı yaptırımlarının ekonomik etkisini yumuşatmak
amacıyla yeni kaynaklara erişim sağlamaya yöneliktir. Aynı zamanda Kremlin, bu
kaynaklara doğrudan erişim sağlayarak devlet dışı aktörlerin üzerinden
yürütülen ekonomik bir hegemonya inşa etmektedir.
Bununla
birlikte, Afrika kıtası, Rusya için sadece ekonomik değil, aynı zamanda
uluslararası sistemdeki güç dağılımını etkileme potansiyeli bakımından da
stratejik bir sahadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda toplamda elli dört
oy hakkına sahip olan Afrika ülkeleri, diplomatik destek arayışında olan
Moskova açısından önemli bir koz olarak değerlendirilmektedir. Özellikle
Batı'nın Ukrayna Savaşı bağlamında uyguladığı uluslararası izolasyon
politikalarına karşı, Afrika ülkeleriyle geliştirilen ittifaklar, Rusya’nın
küresel alanda yalnızlaştırılamayacağını gösterme çabasının bir uzantısıdır.
Kremlin’in bu stratejisi, “yeni çok kutupluluk” söyleminin yalnızca retorik
düzeyde değil, aynı zamanda diplomasinin teknik düzleminde de işlerlik
kazanmasını hedeflemektedir.
Rusya’nın
Afrika’daki varlığı aynı zamanda Batı’ya karşı yürüttüğü jeopolitik satrancın
bir parçası olarak da okunmalıdır. Fransa'nın geleneksel etkisini kaybetmeye
başladığı Sahel bölgesinde ve ABD’nin güvenlik ağının zayıfladığı Doğu
Afrika’da, Moskova'nın güvenlik iş birlikleri ve askeri anlaşmalar yoluyla
etkisini artırması; yalnızca bölgesel çıkarların ötesinde, Batılı aktörlere
karşı sembolik bir üstünlük inşa etme arzusunun göstergesidir. Bu bağlamda,
Rusya’nın Afrika’daki askeri üs talepleri, silah satışları, güvenlik
danışmanlığı hizmetleri ve ortak tatbikat faaliyetleri, klasik diplomasiye
alternatif olarak uygulamaya koyduğu hibrit dış politikanın yapıtaşlarını
oluşturmaktadır.
Kıtanın
bazı bölgelerinde hükümetlerin istikrarsız yapısı ve Batı’ya karşı duyulan
tarihsel güvensizlik, Rusya’nın “koşulsuz destek sağlayan” ortak olarak
sunulmasına zemin hazırlamaktadır. Bu strateji, insan hakları, demokrasi ve
şeffaflık gibi değerler üzerinden kurulan Batı merkezli söylemlere karşı
“egemenlik” ve “iç işlerine karışmama” ilkeleriyle şekillenen alternatif bir
normatif çerçeveyi de beraberinde getirmektedir. Bu anlamda, Afrika ülkelerine
yönelik dış politika vizyonu, Kremlin’in küresel sistemdeki ideolojik
pozisyonunu da yansıtmaktadır.
2. Wagner Grubu’nun Rolü ve Yöntemleri
Rusya’nın
Afrika kıtasındaki etkisinin görünür ve çoğu zaman belirleyici aktörlerinden
biri olan Wagner Grubu, devlet dışı bir güvenlik şirketi görüntüsü altında
faaliyet göstermesine karşın, Kremlin ile olan doğrudan bağları ve operasyonel
uyumu nedeniyle devletin dış politika araçlarından biri olarak değerlendirilmektedir.
Wagner’in Afrika’daki faaliyetleri, klasik devlet diplomasisinin sınırlı
kaldığı alanlarda Rusya'nın nüfuzunu derinleştirmek, güvenlik sektörü üzerinden
ekonomik ve siyasi kontrol sağlamak gibi çok yönlü hedeflere hizmet etmektedir.
Wagner
Grubu’nun kıtadaki operasyonları, çoğunlukla siyasi istikrarsızlık yaşayan ya
da Batı ile ilişkilerinde sorunlar yaşayan ülkelerde yoğunlaşmaktadır. Mali,
Orta Afrika Cumhuriyeti, Libya ve Sudan gibi örneklerde bu yapı, yerel
yönetimlere sağladığı güvenlik danışmanlığı, başkanlık saraylarının korunması,
isyancı gruplara karşı askeri destek gibi görevlerin yanı sıra, bazı durumlarda
iç savaş dinamiklerine doğrudan müdahil olmuştur. Bu müdahaleler, yalnızca
güvenlik sağlamakla sınırlı kalmamakta; aynı zamanda rejimlerin meşruiyetini
yeniden inşa etme sürecinde stratejik bir araç olarak kullanılmaktadır.
Wagner’in
yöntemleri, klasik güvenlik şirketlerinden farklı olarak hem askeri hem de
ekonomik alanları içeren hibrit bir yapıya dayanmaktadır. Grubun sahada aktif
olduğu bölgelerde sıklıkla görülen uygulamalardan biri, doğal kaynakların
işletilmesi karşılığında sağlanan askeri destek anlaşmalarıdır. Bu modelde
Wagner, altın ve elmas madenleri gibi stratejik ekonomik kaynakların denetimini
üstlenmekte, bu faaliyetlerden elde edilen gelir ise doğrudan grubun
finansmanına aktarılmaktadır. Böylece Rusya, resmi bütçesini zorlamadan ve
doğrudan devlet kontrolüne ihtiyaç duymadan Afrika’daki ekonomik çıkarlarını
bir güvenlik şirketi eliyle yürütmektedir.
Wagner’in
faaliyetleri sadece fiziki şiddet ya da askeri operasyonlarla sınırlı değildir.
Grup, aynı zamanda medya, sosyal medya ve kamuoyu yönlendirme araçları
üzerinden psikolojik harp tekniklerini de sistematik biçimde kullanmaktadır.
Özellikle Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Rusya yanlısı filmler, müzik klipleri ve
sosyal medya kampanyaları yoluyla Batı karşıtı bir anlatı inşa edilmekte, Rusya
ise "sömürgeciliğe karşı gelen bir dost ülke" imajıyla sunulmaktadır.
Bu tür yumuşak güç teknikleri, sadece mevcut rejimlerin desteklenmesi değil,
aynı zamanda halk tabanında uzun vadeli bir sempati yaratılması amacıyla
tasarlanmaktadır.
Ancak
Wagner’in faaliyetleri, beraberinde ciddi tartışmaları ve eleştirileri de
getirmiştir. Uluslararası insan hakları örgütleri, grubun faaliyet gösterdiği
ülkelerde sivillere yönelik işlenen şiddet eylemleri, keyfi infazlar, işkence
ve yağma gibi vakalara dikkat çekmektedir. Bu durum, Rusya'nın Afrika’daki
varlığını bir kurtarıcı ya da alternatif ortak olmaktan ziyade, yeni tür bir
sömürgeci yapı olarak konumlandıran yorumların güç kazanmasına neden
olmaktadır. Ayrıca Wagner’in faaliyetlerinin Kremlin’in denetiminde ama
doğrudan sorumluluğunda olmaması, hem hesap verilebilirlik mekanizmalarının
işlemesini engellemekte hem de Rus dış politikasının gri bölgede hareket
etmesine olanak tanımaktadır.
Wagner
Grubu, sahadaki taktiksel başarılarının ötesinde, Rusya'nın geleneksel
diplomasi yerine benimsediği pragmatik ve hibrit dış politika stratejisinin bir
yansımasıdır. Bu yapı, modern jeopolitik rekabetin sadece devlet aktörleri
arasında değil, aynı zamanda devlete bağlı paramiliter yapılar üzerinden de
yürütüldüğünün çarpıcı bir örneğini sunmaktadır. Wagner’in Afrika’daki varlığı,
Rusya’nın yalnızca Batı’yla rekabet etmekle kalmayıp, aynı zamanda uluslararası
düzenin kurallarını yeniden tanımlamaya çalıştığını da göstermektedir.
3. Yeni Kolonyalizm Tartışmaları, Yerel Halkın Algısı
ve Tepkileri
Rusya’nın
Afrika kıtasındaki yükselen etkisi, resmi söylemlerde sıklıkla Batı
sömürgeciliğine karşı geliştirilen bir “alternatif ortaklık modeli” olarak
sunulsa da, sahadaki uygulamalar bu söylemi zayıflatan çelişkili dinamikler
içermektedir. Kremlin’in tarihsel olarak anti-emperyalist mücadeleleri
desteklemiş bir geleneğe yaslanarak oluşturduğu Afrika politikası, günümüzde
hem yerel yönetimlerin hem de halkların gözünde karmaşık ve ikircikli
biçimlerde algılanmaktadır.
Birçok
Afrika ülkesinde, özellikle Fransa ve İngiltere gibi eski sömürge güçlerine
karşı duyulan tarihsel öfke ve güvensizlik, Rusya'nın “dış müdahaleye karşı
egemenliği savunan” bir aktör olarak algılanmasını kolaylaştırmaktadır.
Kremlin’in özellikle Wagner Grubu üzerinden yürüttüğü askeri ve güvenlik iş
birlikleri, Batı’nın insan hakları ve şeffaflık taleplerine kıyasla daha az
koşullandırılmış olması nedeniyle bazı rejimler tarafından cazip bir seçenek
olarak görülmektedir. Bu durum, Rusya’nın “koşulsuz destek veren stratejik
ortak” imajını pekiştirirken, Batı karşıtı politikaların halk desteğiyle
meşrulaştırılmasına da katkı sunmaktadır.
Ancak
bu yüzeysel meşruiyetin ardında, yerel halklar nezdinde artan şüphe ve
memnuniyetsizlikler dikkat çekmektedir. Wagner Grubu'nun güvenlik sağlama
gerekçesiyle yürüttüğü operasyonlar sıklıkla sivil kayıplara, zorla yerinden
edilmelere ve ekonomik kaynakların özel aktörlerce kontrol altına alınmasına
neden olmaktadır. Özellikle Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali gibi ülkelerde,
Rusya’ya yakın şirketlerin maden ocaklarında çalıştırılan işçilerin maruz
kaldığı kötü çalışma koşulları, sömürgeci pratikleri çağrıştıran yeni bir emek
sömürüsü düzeni olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda, Rusya’nın sunduğu güvenlik
ve ekonomik iş birlikleri, giderek halk tabanında “yeni bir sömürgeciliğin”
aracı olarak değerlendirilmeye başlamaktadır.
Propaganda
faaliyetleri yoluyla inşa edilen “Rusya eşittir özgürlük” algısı, sahadaki
gerçeklik karşısında giderek aşınmaktadır. Sosyal medya ve yerel gazetelerde
sıklıkla dile getirilen yolsuzluk, kamu kaynaklarının paylaşımındaki
adaletsizlik ve Wagner Grubu’nun cezasız kalan eylemleri, Rusya’nın Batı'dan
farklı olmadığı yönündeki kanaatleri güçlendirmektedir. Halkla doğrudan temas
etmeyen, yalnızca iktidar elitleriyle yürütülen kapalı müzakereler, Rusya'nın
Afrika’daki etkisini kırılgan kılmakta ve bu etkilerin sürdürülebilirliğini
sorgulanabilir hale getirmektedir.
Öte
yandan, bazı muhalif sivil toplum örgütleri, Rusya’nın kıtadaki varlığını Batı
karşıtı retoriğin bir maskesi olarak nitelemekte ve bu varlığın, bölgesel
elitlerle kurulan çıkar ilişkileri üzerinden yeni bir bağımlılık rejimi oluşturduğunu
ileri sürmektedir. Bu eleştiriler, özellikle genç ve eğitimli kesimler arasında
yaygınlık kazanmakta; “Rusya'nın değil, halkın çıkarlarının savunulması”
çağrıları kıta genelinde artan bir yankı bulmaktadır. Bu bağlamda, Rusya’nın
Afrika’daki varlığı yalnızca dış politika hamlelerinin bir uzantısı değil; aynı
zamanda ideolojik bir mücadele alanına da dönüşmüş durumdadır. “Yeni
kolonyalizm” tartışmaları, yalnızca sahadaki askerî ve ekonomik eylemlerle
değil, bu eylemlerin nasıl algılandığı ve bu algıların nasıl karşılık bulduğu
ile de doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla, Kremlin’in kurumsal düzeydeki
ittifakları, halk nezdindeki desteği garanti altına almak için yeterli
olmamakta; uzun vadede toplumsal karşılık üretmeyen dış politika stratejileri, Rusya’nın
Afrika’daki nüfuzunu zayıflatabilecek potansiyel riskler taşımaktadır.
4. Putin’in Büyük Satranç Tahtası, Afrika’nın Küresel
Rekabet İçindeki Yeri
Afrika,
yirmi birinci yüzyılda yeniden şekillenen küresel jeopolitik dengelerin en
dinamik sahalarından biri haline gelmiştir. Kıtanın demografik potansiyeli,
doğal kaynak zenginliği ve stratejik coğrafi konumu; yalnızca bölgesel değil,
aynı zamanda küresel güçler için de vazgeçilmez bir rekabet alanı
oluşturmuştur. Bu bağlamda Rusya, Afrika’daki varlığını yalnızca ekonomik ya da
güvenlik temelli bir açılım olarak değil, aynı zamanda Batı merkezli
uluslararası düzeni dengelemeye yönelik çok kutupluluk vizyonunun bir bileşeni
olarak konumlandırmaktadır.
Vladimir
Putin’in dış politika doktrini, özellikle 2014’ten itibaren Rusya’nın Batı ile
ilişkilerinde yaşanan derin kırılmaların ardından, alternatif küresel
ittifaklar ve stratejik derinlik alanları inşa etme arayışını merkeze almıştır.
Bu stratejinin merkezinde yalnızca Avrasya coğrafyası değil, Afrika gibi
Batı'nın görece ihmal ettiği ama stratejik önemi giderek artan bölgeler de yer
almaktadır. Rusya’nın Afrika ile geliştirdiği savunma anlaşmaları, maden işletme
imtiyazları ve siyasi danışmanlık hizmetleri; Kremlin’in Batı karşısında
kurumsal bir cephe inşa etme çabasının doğrudan yansımalarıdır.
Bu
süreçte Çin Halk Cumhuriyeti ile olan ilişkiler ayrı bir stratejik çerçevede
değerlendirilmeyi gerektirmektedir. Çin, Kuşak ve Yol Girişimi üzerinden
Afrika’da altyapı ve finansal yatırımlar aracılığıyla nüfuz tesis ederken;
Rusya, güvenlik ve siyasi istikrar vaadiyle daha farklı bir zemin üzerinden
kıtada varlık göstermektedir. Her iki aktör de Batı'nın eleştirel değerler
sistemine karşı “egemenlik” ve “kalkınma” odaklı bir model sunmakta; bu durum,
Afrika ülkelerinin dış politika manevra alanlarını genişletmesine olanak
tanımaktadır. Ancak Çin’in kurumsal, ekonomik yönelimi ile Rusya’nın daha
pragmatik ve zaman zaman militer yöntemlere dayalı varlığı, iki aktörün
rekabetinin kaçınılmaz olduğunu da göstermektedir. Bu bağlamda, Afrika yalnızca
Batı ile Doğu arasında değil; Doğu’nun kendi içindeki güç dengelerinde de
kritik bir alan haline gelmiştir.
Öte
yandan, Afrika’daki Batılı aktörlerin zemin kaybetmesi de dikkat çekicidir.
Fransa’nın Sahel bölgesindeki etkisini yitirmesi, ABD'nin kıtaya olan ilgisinin
giderek güvenlik tehditlerine indirgenmesi, Avrupa Birliği'nin ise bütüncül bir
Afrika politikası geliştirememesi; Rusya'nın bu boşluğu doldurmasına imkân
tanımaktadır. Özellikle askeri darbelerin ardından oluşan iktidar boşluklarında
Rusya'nın hızlı reflekslerle devreye girmesi, Kremlin’in klasik diplomatik
süreçlere kıyasla daha çevik bir strateji izlediğini göstermektedir. Bu
çeviklik, Putin yönetiminin “yeni küresel düzen” vizyonunun uygulama
araçlarından biri olarak Afrika’yı daha da öncelikli hale getirmiştir.
Afrika’daki
bu çok yönlü jeopolitik rekabet, yalnızca kıtanın kaderini değil, aynı zamanda
küresel düzeydeki güç hiyerarşisinin de yeniden inşasını etkilemektedir.
Moskova, Afrika’da yalnızca dost ülkeler değil, aynı zamanda Batı karşıtı
söylemlerin yankı bulduğu bir kamuoyu da inşa etmeye çalışmakta; bu da uzun
vadeli ideolojik bir mücadeleye işaret etmektedir. Rusya'nın Afrika’daki
varlığı bu nedenle yalnızca güncel çıkarlarla açıklanamaz; bu varlık aynı
zamanda Kremlin'in dünyaya yönelik nasıl bir düzen tahayyül ettiğini de gözler
önüne sermektedir.
Değerlendirme ve Genel Perspektif
Rusya’nın
Afrika kıtasına yönelik son yıllardaki yönelimi, klasik dış politika
parametrelerinin ötesinde; güvenlik, ekonomi, propaganda ve paramiliter
araçların iç içe geçtiği çok katmanlı bir stratejinin tezahürü olarak
okunmalıdır. Soğuk Savaş yıllarındaki ideolojik dayanışmanın yerini, günümüzde
daha çok çıkar temelli, esnek ve zaman zaman örtük yöntemlerle yürütülen bir
etki politikası almıştır. Bu değişim, yalnızca Rusya’nın dış politika
araçlarını değil; aynı zamanda küresel sistemin dönüşen doğasını da gözler
önüne sermektedir.
Afrika,
Batı'nın normatif değerleriyle şekillendirmeye çalıştığı düzenin
kırılganlaştığı, alternatif aktörlerin meşruiyet üretebildiği ve çok kutupluluk
arayışlarının en görünür hale geldiği kıta olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda Rusya,
Batı’nın müdahaleciliğine karşı sunduğu “egemenlik” odaklı diplomasiyle yeni
ortaklık biçimleri kurarken, sahada yürüttüğü Wagner destekli operasyonlar
aracılığıyla bu ortaklıkları askeri ve ekonomik güvenlik çerçevesine
yerleştirmektedir. Ancak bu yaklaşımın sahadaki yansımaları, birçok Afrika
ülkesinde yeni bir bağımlılık rejiminin oluştuğuna yönelik eleştirileri
beraberinde getirmektedir.
Rusya’nın
sunduğu destek yapısının cazibesi, çoğu zaman koşulsuzluk ve hızlı müdahale
kapasitesiyle ilişkilendirilse de, uzun vadede bu modelin hem yerel halklar
nezdinde hem de bölgesel dengeler açısından ciddi sorunlar üretme potansiyeli
taşımaktadır. Özellikle paramiliter aktörlerin hesap vermezliği, ekonomik
kaynakların tek taraflı tahsisi ve toplumla kurulan zayıf temas noktaları,
Kremlin’in etkisini kırılgan kılmakta; Afrika’daki varlığını sürdürülebilir
kılacak bir toplumsal altyapının inşasını engellemektedir.
Güç
projeksiyonunun yalnızca diplomatik masalarda değil, aynı zamanda istikrarsız
coğrafyalarda, sahada, hızlı ve esnek yöntemlerle yürütüldüğü günümüz
dünyasında; Afrika, büyük güç rekabetinin laboratuvarına dönüşmüş durumdadır.
Rusya’nın bu denklemdeki pozisyonu, yalnızca kısa vadeli çıkarlar veya bölgesel
nüfuz alanları ile sınırlı değildir. Aynı zamanda yeni bir uluslararası düzen
tahayyülünün hem temsilcisi hem de uygulayıcısı olarak, Afrika’daki her adımı
küresel ölçekte yeni kırılmaların habercisi niteliği taşımaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder