Putin'in Güç Stratejisi: Onu Vazgeçilmez Kılan Ne?
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2000 yılından bu yana
Rusya'nın siyasi sahnesindeki en etkili figürlerden biri olarak varlığını
sürdürmektedir. Kimi zaman sert politikaları, kimi zaman pragmatik
yaklaşımlarıyla ulusal ve uluslararası arenada dikkat çeken bir lider olmuştur.
21. yüzyılın en güçlü liderlerinden biri olarak kabul edilen Putin, Rusya’nın
iç ve dış politikasını şekillendiren temel aktör olarak konumlanmıştır.
Peki, Putin’in iktidarını bu kadar uzun süre boyunca
korumasının ardındaki temel stratejiler nelerdir? Onu sadece bir lider değil,
aynı zamanda Rusya siyasetinin vazgeçilmez bir figürü haline getiren unsurlar
nelerdir? Bu noktada, onun uyguladığı güç politikalarını, halk desteğini nasıl
sağladığını, güvenlik ve ekonomi alanlarında geliştirdiği stratejileri ve
uluslararası sahnede nasıl bir denge politikası izlediğini değerlendirmek önem
kazanmaktadır.
Bu makalede, Putin’in güç stratejisinin temel taşlarını
inceleyerek, onun liderlik anlayışını, yönetim tarzını ve Rusya’daki siyasi
sistem içindeki rolü mercek altına alınacak. Ayrıca, onun iktidarını
sürdürmesini sağlayan dinamikleri ve bu stratejilerin Rusya’nın iç ve dış
politikasına etkilerini ele alarak, Putin’i “vazgeçilmez” kılan unsurları
tartışacağız.
Güçlü Lider İmajı: Halk ve Devlet Üzerindeki Etkisi
Vladimir Putin, iktidarda kaldığı sürece yalnızca Rus
devletinin başındaki bir yönetici olarak değil, aynı zamanda halkın gözünde
güçlü, karizmatik ve vazgeçilmez bir lider olarak konumlandırılmıştır. Bu imaj,
sadece onun kişisel özelliklerinden kaynaklanmamakta, aynı zamanda dikkatle
yürütülen sistematik bir stratejinin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Putin’in
gücünü pekiştirmek, halk nezdindeki desteğini korumak ve devletin yönetim
mekanizmasını sıkı bir şekilde kontrol altında tutmak için kullandığı başlıca
yöntemler medya kontrolü, görsel propaganda ve milliyetçilik vurgusudur. Ancak
bu unsurlar, çok daha geniş kapsamlı politikaların ve uzun vadeli bir yönetim
anlayışının yalnızca görünen yüzünü oluşturmaktadır.
Öncelikle, Putin’in liderlik anlayışı, Rusya’nın tarihsel
yönetim gelenekleriyle doğrudan bağlantılıdır. Rus halkı, yüzyıllar boyunca
güçlü merkezi liderlerin yönettiği bir sisteme alışkın olmuştur. Çarlık
döneminde mutlak monarşi ile yönetilen ülke, Sovyetler Birliği döneminde de
otoriter bir yönetim anlayışına sahipti. Bu nedenle Rus toplumu, genellikle
güçlü ve karizmatik liderleri bir istikrar kaynağı olarak görme eğilimindedir.
Putin de bu kültürel mirastan faydalanarak, kendisini ülkenin istikrarını sağlayan,
dış tehditlere karşı koruyan ve Rusya’nın yeniden küresel bir güç haline
gelmesini sağlayan bir lider olarak konumlandırmaktadır.
Bu liderlik imajının inşasında en önemli araçlardan biri
medya kontrolüdür. Rusya'da televizyon, radyo, gazeteler ve dijital medya büyük
ölçüde Kremlin’in doğrudan ya da dolaylı etkisi altındadır. Devlete bağlı
televizyon kanalları ve haber ajansları, Putin’in başarılarını sürekli olarak
ön plana çıkarırken, muhalif sesleri bastırmak için çeşitli stratejiler
uygular. Özellikle Russia Today (RT), TASS ve Rossiya 24 gibi büyük medya
kuruluşları, ulusal ve uluslararası kamuoyuna yönelik içerikler üreterek Putin’in
güçlü bir lider olduğu imajını yaymaktadır. Örneğin, Ukrayna krizi sırasında bu
medya organları, Rusya’nın müdahalesini meşrulaştıran söylemler üretmiş ve
Batı’yı Rusya’yı zayıflatmaya çalışan bir tehdit olarak sunmuştur.
Medya kontrolünün yanı sıra, Putin’in liderlik imajı görsel
propaganda yoluyla da pekiştirilmektedir. Devlet destekli medya ve sosyal
platformlar, Putin’i sadece bir devlet adamı olarak değil, aynı zamanda
fiziksel ve ruhsal olarak güçlü bir figür olarak lanse etmektedir. Sıklıkla
askeri tatbikatlarda, avcılık yaparken ya da doğada yalnız başına zorlu
koşullarla mücadele ederken görüntülenen Putin, halkın gözünde yalnızca bir
politikacı değil, aynı zamanda cesur, dayanıklı ve iradeli bir lider olarak şekillendirilmektedir.
Çıplak göğsüyle at bindiği fotoğraflar ya da judo antrenmanı yaparken
kaydedilen videolar, onun yalnızca masa başında oturan bir lider değil,
gerektiğinde sahada da etkili olabilecek bir figür olduğu algısını
pekiştirmektedir.
Bununla birlikte, Putin’in halk üzerindeki etkisini artıran
en önemli unsurlardan biri milliyetçi söylemleridir. Rusya, tarih boyunca büyük
bir imparatorluk olarak var olmuş ve Sovyetler Birliği'nin dağılması, halk
nezdinde bir travma yaratmıştır. Putin, bu travmayı tersine çevirmek ve
Rusya’nın yeniden bir süper güç haline gelmesini sağlamak için milliyetçi
duyguları harekete geçiren bir liderlik anlayışını benimsemiştir. Kırım’ın
ilhakı sürecinde "Kırım Rusya’dır!" söylemiyle halkın geniş kesimlerinin
desteğini kazanmış, benzer şekilde Donbass bölgesindeki askeri operasyonları da
"Rus halkının korunması" söylemiyle meşrulaştırmıştır. Ayrıca,
Batı’nın Rusya’yı tehdit ettiği yönündeki açıklamaları, halkın Putin’e daha
fazla bağlanmasını sağlamış ve dış tehdit algısını güçlendirerek ulusal
birliğin pekişmesine yardımcı olmuştur.
Putin’in güçlü lider imajı, aynı zamanda onun devlet
kurumları üzerindeki otoritesini de sağlamlaştırmaktadır. Rusya’da yürütme,
yasama ve yargı arasındaki dengeler büyük ölçüde Kremlin’in kontrolü
altındadır. Devletin en önemli kararları doğrudan Putin’in iradesiyle
şekillenmekte ve bürokratik mekanizmalar, onun politikalarının uygulanmasını
sağlayan araçlar olarak işlemektedir. Dolayısıyla, Putin’in liderlik imajı
yalnızca halkın algısını değil, devletin yönetim mekanizmalarını da doğrudan
etkilemektedir.
Medya Kontrolü: Kamuoyunu Şekillendirme Aracı
Putin’in güçlü lider imajını inşa etmesinde en önemli
unsurlardan biri medya üzerindeki sıkı kontrolüdür. Rusya'da televizyon, radyo,
gazeteler ve dijital medya büyük ölçüde Kremlin’in doğrudan ya da dolaylı
etkisi altındadır. Devlete bağlı televizyon kanalları ve haber ajansları,
Putin’in başarılarını ön plana çıkarırken, muhalif sesleri bastırmak için
çeşitli stratejiler uygulamaktadır. Özellikle Russia Today (RT), TASS ve
Rossiya 24 gibi büyük medya kuruluşları, ulusal ve uluslararası kamuoyuna yönelik
içerikler üretmekte ve Putin’in güçlü bir lider olduğu imajını yaymaktadır.
Medya kontrolü, yalnızca Putin’in güçlü bir figür olarak
sunulmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda siyasi rakiplerinin etkisini kırmak
için de kullanılır. Muhalefet liderleri ya medya organlarında yer bulamaz ya da
itibarsızlaştırıcı kampanyalarla karşı karşıya kalır. Özellikle Aleksey Navalny
gibi muhalif isimler, yolsuzluk iddialarıyla hedef alınarak halk nezdinde
güvenilirliklerini yitirmeleri için medya aracılığıyla sistemli bir şekilde
itibarsızlaştırılmıştır. Hatta Navalny, bir dönem yalnızca bir blogger olarak
anılarak küçümsenmiş ve siyasal etkisi azaltılmaya çalışılmıştır.
Kremlin’e yakın medya kuruluşları, sık sık Batı’nın Rusya’ya
karşı düşmanca bir tutum sergilediğini vurgulayan içerikler üretir. Böylece
Putin, yalnızca ülkenin iç yönetimini güçlendiren bir lider olarak değil, aynı
zamanda Batı karşısında Rusya’nın çıkarlarını koruyan bir devlet adamı olarak
gösterilir. Bu tür medya stratejileri, özellikle kriz dönemlerinde halkın
Putin’e olan bağlılığını artırmaktadır. Ukrayna savaşı sonrası bu durum daha da
artmış, Putin’in küresel tehditlere karşı bir kurtarıcı olduğu algısını
güçlendirmeye yönelik propaganda faaliyetleri hız kazanmıştır.
Görsel Propaganda: Güçlü Lider İmajını İnşa Etmek
Putin’in halk üzerindeki etkisini güçlendiren bir diğer
önemli unsur ise görsel propagandadır. Devlet destekli medya ve sosyal
platformlar, Putin’i yalnızca siyasi bir figür olarak değil, aynı zamanda
fiziksel ve ruhsal olarak güçlü bir lider olarak lanse etmektedir. Bu bağlamda,
Putin’in kişisel imajı, halkın gözünde idealize edilmiş bir lider algısı
oluşturacak şekilde sürekli olarak güncellenmektedir.
Putin, sıklıkla avcılık yaparken, judo antrenmanı sırasında
veya askeri tatbikatlarda görüntülenmektedir. Çıplak göğsüyle at binerken
çekilmiş fotoğrafları, vahşi doğada macera yaşarken kaydedilen videoları, onun
fiziksel olarak güçlü, enerjik ve cesur bir lider olduğu algısını
pekiştirmektedir. Bu tarz görseller, özellikle Rus halkının tarihsel olarak
güçlü lider figürlerine duyduğu hayranlık göz önüne alındığında, oldukça etkili
olmaktadır. Bu görseller, Putin’in yalnızca bir politikacı değil, aynı zamanda
milli kimliğin bir parçası olduğu algısını yaratmaktadır.
Putin’in sıklıkla askeri tatbikatlara katılması, savaş
uçaklarına binmesi ve silah teknolojileri hakkında bilgi alırken görüntülenmesi
de onun liderliğini vurgulayan önemli görsel unsurlar arasında yer almaktadır.
Halk nezdinde, Putin ülkenin yalnızca siyasi lideri değil, aynı zamanda
güvenliğini sağlayan bir figür olarak da konumlandırılmaktadır. Kremlin
tarafından hazırlanan birçok propaganda görselinde, Putin’in Çarlık Rusyası ve
Sovyetler Birliği’nin büyük liderleriyle özdeşleştirilmesine yönelik semboller
de sıkça yer almaktadır. Ukrayna savaşı sonrası yayınlanan bazı görsellerde,
Putin’in Büyük Petro veya II. Katerina gibi Rus tarihindeki önemli liderlerle
karşılaştırıldığı açıkça görülmüştür.
Milliyetçilik Vurgusu: Halkı Bir Arada Tutma Aracı
Putin’in güçlü lider imajını pekiştirmesinin en kritik
unsurlarından biri de milliyetçi duyguları harekete geçirme stratejisidir.
Rusya, tarih boyunca güçlü liderler tarafından yönetilmiş ve halk, güçlü bir
merkezi otoritenin ülkenin bekası için önemli olduğuna inanmıştır. Putin, bu
algıyı başarılı bir şekilde kullanarak halkı etrafında kenetlemekte ve devletin
sürekliliğini sağlamak adına güçlü bir liderliğin gerekliliğini
vurgulamaktadır.
Putin, sık sık Rusya’nın tarihsel büyüklüğüne vurgu yaparak,
ülkenin küresel sahnede tekrar süper güç haline gelmesi gerektiğini dile
getirmektedir. Sovyetler Birliği’nin çöküşünü ‘20. yüzyılın en büyük jeopolitik
felaketi’ olarak nitelendirmesi, bu stratejinin en önemli örneklerinden
biridir. Geçmişin büyük Rus imparatorluklarına atıfta bulunarak Rus halkının
milliyetçi duygularını harekete geçiren Putin, halkın desteğini kazanma
noktasında tarihsel mirası bir araç olarak kullanmaktadır.
Dış politikada milliyetçi söylemler de Putin’in halk
desteğini artırmasına yardımcı olan unsurlar arasındadır. Özellikle Ukrayna,
Gürcistan ve Baltık ülkeleriyle ilgili gelişmelerde, Putin Rus halkının
milliyetçi duygularını harekete geçirerek desteğini artırmayı başarmıştır.
Kırım’ın ilhakı sırasında kullanılan "Kırım Rusya’dır!" söylemi, halk
arasında geniş yankı uyandırmış ve Putin’e olan desteği önemli ölçüde
artırmıştır. Benzer şekilde Donbass bölgesindeki çatışmalarda da Rusya’nın
çıkarlarının savunulması, halkın Putin’e olan güvenini pekiştiren bir unsur
olmuştur.
Putin, milliyetçiliği yalnızca siyasi bir araç olarak
kullanmamakta, aynı zamanda dini değerlerle de harmanlamaktadır. Rus Ortodoks
Kilisesi ile güçlü ilişkileri, onun geleneksel değerlere bağlı bir lider olarak
algılanmasını sağlamaktadır. Kilisenin Putin’e verdiği destek, özellikle
muhafazakâr kesimler arasında onun otoritesini pekiştirmektedir. Ortodoks
Kilisesi’nin devlet politikalarına uyumlu bir söylem benimsemesi, halkın
Putin’e olan sadakatini pekiştiren önemli bir faktördür.
Kısacası, Putin’in Batı karşıtlığı ve “düşman” algısı
yaratma stratejisi, halkın milliyetçi duygularını körükleyen en etkili
yöntemlerden biri olmuştur. Putin, Batı’nın Rusya’yı zayıflatmaya çalıştığını
öne süren söylemler kullanarak halkın milliyetçi duygularını güçlendirmekte ve
kendisini ülkeyi dış tehditlere karşı koruyan bir lider olarak
konumlandırmaktadır. Özellikle ABD ve NATO karşıtı açıklamalar, Putin’in halk
nezdinde ülkeyi dış tehditlere karşı koruyan bir lider olarak algılanmasını
sağlamaktadır. Ukrayna savaşı sonrasında bu söylemler daha da artmış, Batı’nın
Rusya’ya yönelik ekonomik ve siyasi baskıları, halkın Putin’in liderliğine daha
sıkı sarılmasına neden olmuştur.
Rakiplerine Karşı Kullandığı Stratejiler
Vladimir Putin’in uzun yıllar boyunca iktidarda kalmasının
en önemli sebeplerinden biri, rakiplerini etkisiz hale getirmekte gösterdiği
başarıdır. Rusya’da güçlü bir muhalefet hareketinin oluşmasına izin
verilmemesi, Putin’in otoritesinin sarsılmasını engelleyen temel faktörlerden
biridir. Bu bağlamda Putin, muhalifleri bastırmak ve kontrol altına almak için
farklı stratejiler kullanmaktadır.
Bu stratejiler, siyasi muhalefeti doğrudan bastırma, hukuki
mekanizmaları kendi lehine kullanma ve dezenformasyon kampanyalarıyla
rakiplerini itibarsızlaştırma gibi yöntemleri kapsamaktadır. Bu sistemli
yaklaşım hem bireysel muhalifleri hem de muhalif grupları etkisiz hale
getirmekte etkili olmuştur.
1. Siyasi Muhalefeti Bastırma: Muhalif Liderlerin
Tasfiyesi
Putin’in en belirgin stratejilerinden biri, siyasi
muhalifleri doğrudan baskı altına alarak onları etkisiz hale getirmektir.
Rusya’da muhalefet partileri ve bağımsız siyasetçiler, genellikle büyük
baskılara maruz kalmış, bazıları hapis cezasına çarptırılmış, bazıları ise
suikastlarla veya şüpheli ölümlerle karşı karşıya kalmıştır.
- Aleksey
Navalny: En Güçlü Muhalif Liderin Susturulması
Aleksey Navalny, Putin’in en büyük siyasi rakiplerinden biri olarak bilinir. 2011’den itibaren Kremlin karşıtı protestoların öncüsü olan Navalny, yolsuzlukla ilgili hazırladığı raporlar ve sosyal medya kampanyalarıyla Putin ve çevresindeki oligarkları doğrudan hedef almıştır. Ancak Navalny, defalarca gözaltına alınmış ve çeşitli suçlamalarla hapis cezasına çarptırılmıştır. 2020 yılında Noviçok sinir gazıyla zehirlenmiş ve tedavi için Almanya’ya gittikten sonra Rusya’ya döndüğünde tutuklanmıştır. 2023’te hapishanede kötü koşullarda tutulduğu ve iletişim olanaklarının kısıtlandığı bildirilmiş ve sonrasında da hapishanede hayatını kaybetmiştir. - Boris
Nemtsov: Suikastle Ortadan Kaldırılan Bir Muhalif
Boris Nemtsov, Sovyetler sonrası Rusya’da reformcu bir siyasetçi olarak ön plana çıkmış ve Putin’in politikalarını sert bir şekilde eleştirmiştir. Nemtsov, 2015 yılında Moskova’da Kremlin’e yakın bir noktada silahlı saldırıya uğrayarak öldürülmüştür. Cinayetle ilgili resmi soruşturmalar yürütülmüş olsa da bugün dahi suikastin arkasında kimlerin olduğu konusundaki şüpheler hiçbir zaman tam anlamıyla giderilememiştir. Nemtsov’un öldürülmesi, Rusya’da siyasi cinayetlerin bir baskı aracı olarak kullanıldığını gösteren önemli durumlarda bir tanesidir. - Gazeteci
ve Aktivistlerin Baskı Altına Alınması
Sadece siyasetçiler değil, Putin karşıtı gazeteciler, insan hakları savunucuları ve aktivistler de baskılardan paylarını almıştır. Önreğin, Anna Politkovskaya, Çeçenistan savaşındaki insan hakları ihlallerini yazdığı için 2006 yılında suikasta kurban gitmiştir. Sergey Magnitsky, Rus devlet görevlilerinin yolsuzluklarını ortaya çıkardıktan sonra hapishanede hayatını kaybetmiştir.
Bu tür suikastlar ve baskılar, Putin’e muhalefet etmeye
cesaret eden herkes için bir mesaj niteliği taşımaktadır.
2. Hukuki Araçlar: Yasaları Kullanarak Muhalefeti
Engelleme
Putin yönetimi, muhalifleri doğrudan zor kullanarak değil,
aynı zamanda hukuki mekanizmalar aracılığıyla da etkisiz hale getirmektedir. Bu
yöntemler, muhalif hareketleri bastırmak için Kremlin’e hukuki bir zemin
sunmaktadır.
- Muhaliflerin
Yargı Yolu ile Susturulması
Muhalif siyasetçiler ve aktivistler, genellikle yolsuzluk, vergi kaçırma veya yasa dışı örgüt faaliyetleri gibi suçlamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Örneğin, Aleksey Navalny’nin resmi olarak "yolsuzluk" suçlamasıyla yargılanıp hapsedilmesi ve birçok bağımsız gazeteci ve aktivist, "yabancı ajan" olarak damgalanarak Rusya’da faaliyet göstermeleri zorlaştırılmıştır.
"Yabancı Ajan"
Yasası ve Sivil Toplum Üzerindeki Baskı
2012 yılında çıkarılan “Yabancı Ajan Yasası”, yabancı fon alan medya
kuruluşlarını ve sivil toplum örgütlerini doğrudan Kremlin kontrolüne
sokmuştur. Bu yasa kapsamında birçok bağımsız medya kuruluşu ve insan hakları örgütü
ya kapatılmış ya da faaliyetlerini ciddi şekilde sınırlamak zorunda kalmıştır. 2021’de,
en büyük insan hakları örgütlerinden biri olan Memorial, kapatılmıştır.
- Seçim
Sisteminin Manipüle Edilmesi
Seçimler, Putin’in yönetimi için ciddi bir tehdit oluşturmamak adına dikkatle yönetilmektedir: Bağımsız adayların seçimlere girmesi zorlaştırılmıştır. Seçim hileleri ve usulsüzlükler sıkça AGİT tarafından rapor edilmiştir. Muhalif partiler bölünerek etkisiz hale getirilmiştir.
Bu tür hukuki düzenlemeler, Putin’in siyasi rakiplerinin
yarışa girmesini engelleyerek iktidarını daha da sağlamlaştırmasını
sağlamaktadır.
3. Dezenformasyon Kampanyaları
Putin’in rakiplerini etkisiz hale getirme stratejilerinden
biri de dezenformasyon ve propaganda kampanyalarıdır. Devlet medyası ve
Kremlin’e yakın sosyal medya platformları, muhalif liderleri itibarsızlaştırmak
için çeşitli yöntemler kullanmaktadır. Örneğin, muhalif liderler, Batı yanlısı,
ajan veya hain olarak gösterilmektedir. Muhalifler, sıklıkla “Rusya’nın
istikrarını bozmak isteyen dış güçlerin ajanları” olarak lanse edilir. Benzer
şekilde Kremlin, sosyal medya platformlarında troll orduları ve bot hesaplar
aracılığıyla kamuoyunu yönlendiren propagandalar yürütmektedir. Devlete bağlı
medya kuruluşları, muhalif hareketlerin arkasında “Batı destekli komplolar”
olduğunu iddia eden haberler yapılmaktadır. Ayrıca 2014’ten itibaren, internet
üzerindeki bağımsız haber siteleri ve sosyal medya platformları kısıtlanmaya
başlanmıştır. Twitter, Facebook ve YouTube gibi platformlar zaman zaman sansüre
uğramış, Kremlin karşıtı içeriklerin yayılması engellenmiştir.
Dış Politika ve Oyun Kurucu Rolü
Vladimir Putin, sadece Rusya içindeki gücünü pekiştirmekle
kalmamış, aynı zamanda küresel siyasette de etkili bir oyuncu olma stratejisini
benimsemiştir. Putin’in dış politika hamleleri, Rusya’yı bir büyük güç olarak
konumlandırmayı hedeflerken, aynı zamanda Batı’ya meydan okuyan ve bağımsız
hareket eden bir devlet imajını güçlendirmeye yönelik olmuştur.
Bu doğrultuda Putin’in dış politika stratejisini üç temel
başlık altında inceleyebiliriz: Ukrayna Krizi ve Savaş, Ortadoğu’daki rolü,
Batı ile gerilim ve küresel güç dengesi.
1. Ukrayna Krizi ve Savaş: Küresel Dengeleri Değiştiren
Hamle
Ukrayna, coğrafi konumu ve tarihi bağları nedeniyle
Rusya’nın dış politikasında stratejik bir öneme sahiptir. Rusya için Ukrayna
yalnızca bir komşu devlet değil, aynı zamanda eski Sovyetler Birliği’nin
merkezi unsurlarından biri olarak görülen ve Moskova’nın nüfuz alanı içinde
tutulması gereken bir bölgedir. Soğuk Savaş sonrası süreçte Batı ile
entegrasyon arayışında olan Ukrayna, Rusya’nın güvenlik algısını derinden
sarsmış ve Moskova’yı sert politikalar izlemeye itmiştir. Putin yönetimi,
Ukrayna’nın NATO ve Avrupa Birliği (AB) ile yakınlaşmasını Rusya’nın jeopolitik
çıkarlarına doğrudan bir tehdit olarak değerlendirmiş ve bu doğrultuda Ukrayna
üzerindeki baskısını artırmıştır.
2014 Kırım İlhakı: Batı’ya İlk Büyük Meydan Okuma
2013 yılında Ukrayna’da Batı yanlısı gösteriler patlak
vermiş, halk Viktor Yanukoviç’in AB ile ortaklık anlaşmasını imzalamamasına
tepki göstermiştir. Protestoların ardından Yanukoviç iktidardan düşürülmüş,
Batı yanlısı bir yönetim iş başına gelmiştir. Rusya, bu gelişmeyi yalnızca
Ukrayna’nın iç meselesi olarak görmemiş, aksine Batı’nın Rusya’nın etki alanına
doğrudan müdahalesi olarak değerlendirmiştir. Bu bağlamda Putin, 2014 yılında
Kırım’ı ilhak ederek Batı’ya karşı en büyük meydan okumalarından birini gerçekleştirmiştir.
Rusya, Kırım’ın ilhakını meşrulaştırmak için tarihsel ve
kültürel bağları öne sürmüş, bölgedeki Rus nüfusunun korunması gerektiğini
savunmuştur. Ancak, uluslararası hukuk çerçevesinde bu ilhak, Ukrayna’nın
toprak bütünlüğüne yönelik açık bir ihlal olarak değerlendirilmiş ve başta ABD
ve Avrupa Birliği olmak üzere Batılı ülkeler tarafından ekonomik ve siyasi
yaptırımlarla karşılanmıştır. Buna rağmen, Kırım’ın kontrolü Rusya’nın elinde
kalmış, bu durum Moskova’nın eski Sovyet coğrafyasındaki nüfuzunu koruma konusundaki
kararlılığını göstermiştir. Neorealist uluslararası ilişkiler teorisine göre bu
hamle, Rusya’nın bölgesel hâkimiyetini sürdürme ve Batı karşısında
caydırıcılığını koruma stratejisinin bir yansımasıdır.
2022 Ukrayna Savaşı: Büyük Çatışmanın Başlangıcı
Rusya’nın Ukrayna üzerindeki baskısı Kırım’ın ilhakı ile
sınırlı kalmamış, 2022 yılında geniş çaplı bir işgal hareketine dönüşmüştür. 24
Şubat 2022’de başlayan savaş, Putin’in dış politika stratejilerinde en riskli
hamlelerden biri olarak tarihe geçmiştir. Putin, bu müdahaleyi “özel askeri
operasyon” olarak tanımlarken, temel hedeflerinin Ukrayna’nın NATO üyeliğini
engellemek, Rusya yanlısı bir yönetimi iktidara getirmek ve ülkenin doğusundaki
Rus etnik nüfusunu korumak olduğunu savunmuştur. Defansif realizm
perspektifinden bakıldığında, bu savaş, Rusya’nın güvenlik kaygılarının bir
sonucu olarak değerlendirilebilir; çünkü Moskova, NATO’nun doğuya genişlemesini
varoluşsal bir tehdit olarak algılamaktadır. Bununla birlikte, savaşın ilk
aşamasında Rusya’nın hızlı bir zafer kazanma beklentisi gerçekleşmemiştir.
Kiev’in kısa sürede düşeceği yönündeki varsayım yanlış çıkmış, Ukrayna’nın
güçlü direnişi ve Batı’nın verdiği askeri destek, savaşın beklenenden daha uzun
sürmesine yol açmıştır. Geleneksel jeopolitik kuramlara göre, bu durum,
asimetrik savaş koşullarının değişkenliği ve modern savaş stratejilerinin
dinamik yapısı ile açıklanabilir.
Savaşın Sonuçları ve Küresel Etkileri
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali küresel çapta geniş kapsamlı
sonuçlar doğurmuştur. Birincisi, Batı’nın ekonomik yaptırımları Rus ekonomisini
derinden etkilemiş, özellikle enerji sektörü ve finans piyasaları üzerinde ağır
baskılar oluşturmuştur. ABD ve Avrupa Birliği, Rusya’nın petrol ve doğal gaz
ticaretini kısıtlayan tedbirler alarak Moskova’nın gelir kaynaklarını
daraltmaya çalışmıştır. Ancak, Rusya bu duruma Çin ve Hindistan gibi alternatif
pazarlarla yanıt vermiş, küresel enerji dengelerinde yeni bir dönüşüm süreci
başlamıştır.
İkincisi, Ukrayna’ya Batı’dan sağlanan destek savaşın
seyrini önemli ölçüde değiştirmiştir. NATO ülkeleri, Ukrayna’ya milyarlarca
dolarlık askeri ve mali yardım yaparak Ukrayna’nın savunma kapasitesini
artırmış, özellikle modern silah sistemlerinin tedariki Rusya’nın ilerleyişini
zorlaştırmıştır. Bu durum, savaşın yalnızca iki ülke arasındaki bir çatışma
olmaktan çıkarak, Batı ile Rusya arasında bir vekâlet savaşına dönüştüğünü
göstermektedir.
Üçüncüsü, savaş Rusya’nın uluslararası arenada izole
olmasına yol açmıştır. Pek çok ülke, Moskova ile diplomatik ve ekonomik
ilişkilerini sınırlandırırken, uluslararası örgütler de Rusya’ya yönelik
yaptırım kararları almıştır. Buna karşılık, Rusya küresel güney ülkeleriyle
ekonomik ve siyasi bağlarını güçlendirme çabasına girişmiş, özellikle BRICS ve
Şanghay İşbirliği Örgütü gibi platformlar aracılığıyla Batı’ya karşı alternatif
ittifaklar geliştirmeye yönelmiştir.
Son olarak, savaşın insani boyutu büyük yıkımlara yol
açmıştır. Binlerce sivil ve asker hayatını kaybetmiş, milyonlarca Ukraynalı
mülteci durumuna düşmüştür. Ukrayna’daki altyapı büyük zarar görmüş, ülke
ekonomisi ciddi bir krizle karşı karşıya kalmıştır. Liberal uluslararası
ilişkiler kuramına göre, savaşın bu denli yıkıcı etkileri, uluslararası iş
birliği ve diplomatik müzakerelerin gerekliliğini bir kez daha ortaya
koymaktadır. Ancak mevcut koşullar altında taraflar arasında kalıcı bir barışın
sağlanması kısa vadede zor görünmektedir. Bu bağlamda, Ukrayna savaşı sadece
bölgesel bir kriz olmanın ötesinde, küresel güvenlik mimarisini yeniden
şekillendiren ve uluslararası sistemde yeni güç dengeleri yaratan bir dönüm
noktası olarak değerlendirilmektedir. Buna rağmen, Putin geri adım
atmadı ve savaşın devam etmesi, Rusya’nın küresel sahnede belirleyici bir aktör
olarak kalmasını sağladı. Çin ve İran gibi ülkelerle ilişkilerini güçlendirerek
Batı’ya karşı alternatif bir blok oluşturma çabasına girdi.
2. Ortadoğu Politikaları: Suriye’de Güç Gösterisi
Putin yönetimindeki Rusya, Ortadoğu’yu jeopolitik açıdan
büyük bir stratejik öncelik olarak görmektedir. Sovyetler Birliği’nin
dağılmasının ardından Moskova’nın bölgedeki etkisi zayıflamış, ancak 2015
yılından itibaren Suriye iç savaşına doğrudan askeri müdahalede bulunarak bu
kaybı telafi etmeye çalışmıştır. Neorealist teorilere göre, Rusya’nın Suriye
hamlesi yalnızca Beşar Esad yönetimini ayakta tutmayı değil, aynı zamanda
küresel güç dengesinde ABD ile rekabetini artırarak uluslararası arenada daha güçlü
bir aktör haline gelmeyi hedeflemiştir.
2015 yılına gelindiğinde, Suriye’deki savaşın seyrini
değiştiren en önemli gelişmelerden biri Rusya’nın doğrudan askeri müdahalesi
olmuştur. Esad rejimi, iç savaşın başlangıcında muhalif gruplar ve IŞİD
karşısında büyük kayıplar vermiş, iktidarını kaybetme noktasına gelmiştir. Bu
durum, Rusya açısından ciddi bir tehdit olarak değerlendirilmiş, çünkü Esad’ın
devrilmesi Suriye’de Batı yanlısı bir yönetimin ortaya çıkmasına yol
açabilecekti. Bu riski bertaraf etmek amacıyla Rusya, Suriye’de doğrudan hava saldırıları
ve askeri operasyonlar başlatarak Esad rejimini desteklemiş ve muhalif
grupların ilerleyişini durdurmuştur.
Bu müdahale, Rusya’nın bölgesel ve küresel düzeyde çeşitli
kazanımlar elde etmesini sağlamıştır. Öncelikle, Moskova’nın Ortadoğu’daki
nüfuzu önemli ölçüde artmış ve ABD’nin bölgedeki etkinliği sınırlanmıştır.
Suriye’deki askeri varlığı sayesinde Rusya, Akdeniz’deki stratejik pozisyonunu
güçlendirmiş ve Tartus deniz üssü ile Hmeymim hava üssü gibi kalıcı askeri
tesisler elde etmiştir. Bu üsler, Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını
pekiştirerek NATO’nun güney kanadına baskı yapmasına olanak tanımıştır. Ayrıca,
Suriye savaşı Rus silah endüstrisi için de bir vitrin işlevi görmüş, savaş
sahasında kullanılan Rus yapımı savaş uçakları, füzeler ve insansız hava
araçları küresel silah pazarındaki rekabet avantajını artırmıştır.
Öte yandan, Rusya’nın Suriye’deki varlığı İran ve Çin ile
olan ilişkilerini de güçlendirmiştir. İran, Esad rejiminin desteklenmesi
konusunda Rusya ile ortak bir strateji izlemiş, Çin ise Batı’nın bölgedeki
hegemonyasını sınırlama çabalarında Moskova ile örtüşen çıkarlar gütmüştür.
Ancak Suriye müdahalesi Rusya açısından önemli maliyetler de doğurmuştur.
Uzayan savaş, ekonomik ve askeri kaynaklar üzerinde ciddi bir yük yaratmış,
ayrıca Batı ile olan diplomatik gerilimleri daha da artırmıştır. Beşad Esad
Rejiminin çökmesi, ve bu durumun Suriye’deki çıkarlarına paralel olmamasına rağmen
Moskova, uzun vadeli çıkarları doğrultusunda muhaliflerle diplomatik ilişkileri
kesmeden askeri varlığını sürdürerek bölgedeki gücünü pekiştirmeye devam etme
politikasını sürdürecektir.
3. Batı ile Gerilim: NATO ve ABD’ye Karşı Strateji
Rusya’nın dış politikası büyük ölçüde Batı ile olan güç
mücadelesi çerçevesinde şekillenmiştir. Defansif realizm perspektifine göre,
Moskova Batı’nın genişleme hamlelerini kendi güvenliğine doğrudan bir tehdit
olarak görmekte ve bu çerçevede karşı önlemler almaktadır. Putin yönetimi,
özellikle NATO’nun doğuya doğru genişlemesini, Batı’nın Rusya’yı kuşatma
stratejisinin bir parçası olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle, eski Sovyet
ülkelerinin NATO üyesi olmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. Özellikle Gürcistan
ve Ukrayna’nın NATO üyelik süreçleri, Moskova’nın en sert tepkisini çeken
gelişmelerden biri olmuştur. 2008 Gürcistan Savaşı ve 2022 Ukrayna işgali,
Rusya’nın bu konudaki kırmızı çizgilerini koruma konusundaki kararlılığını
göstermektedir.
Moskova’nın Batı’ya karşı uyguladığı stratejilerden biri de
enerji kaynaklarını bir dış politika aracı olarak kullanmasıdır. Rusya,
Avrupa’nın en büyük enerji tedarikçilerinden biri olup, doğalgaz ve petrol
ihracatını Batı üzerindeki baskıyı artırmak için stratejik bir silah olarak
değerlendirmektedir. Avrupa’nın Rus gazına olan bağımlılığı, Moskova’ya
ekonomik ve siyasi avantaj sağlamış, Rusya’nın yaptırımlara karşı misilleme
yapmasına olanak tanımıştır. 2022’de Ukrayna savaşı sonrası Rus gazına yönelik
yaptırımlara yanıt olarak Moskova, Avrupa’ya yönelik gaz akışını
sınırlandırmış, bu da enerji fiyatlarını yükselterek Avrupa ekonomilerini
zorlamıştır.
Bunun yanı sıra, Rusya Batı’nın ekonomik ve siyasi
baskılarına karşı alternatif ittifaklar oluşturma çabası içine girmiştir. Putin
yönetimi, Çin, İran, Kuzey Kore gibi ülkelerle stratejik ilişkilerini
güçlendirmiş ve BRICS ile Şanghay İşbirliği Örgütü gibi platformlar
aracılığıyla Batı’nın tek kutuplu dünya düzenine karşı çok kutuplu bir sistem
kurmayı hedeflemiştir. Çin ile yapılan ekonomik anlaşmalar ve askeri işbirliği,
Moskova’nın Batı yaptırımlarına karşı direnme kapasitesini artırmıştır. Aynı
şekilde, İran ile derinleşen ilişkiler, enerji sektöründe alternatif pazarlar
yaratma fırsatı sunmuştur.
Rusya’nın bu politikaları kısa vadede etkili olmuş, Batı’yı
siyasi ve ekonomik açıdan zorlamıştır. Ancak, uzun vadede Rusya’nın ekonomik
kapasitesi ve küresel dinamikler, bu stratejinin sürdürülebilir olup olmadığını
belirleyecektir. Batı karşıtı bir blok oluşturma çabaları, Moskova’nın
uluslararası sistemdeki yalnızlığını tamamen ortadan kaldırmamış, ancak
Rusya’ya küresel çapta farklı müttefikler kazandırmıştır.
Ekonomi ve Enerji Politikaları ile Gücünü Pekiştirmesi
Vladimir Putin, Rusya’nın ekonomik gücünü ve enerji
kaynaklarını yalnızca bir gelir kaynağı olarak değil, aynı zamanda hem iç hem
de dış politikada bir baskı aracı olarak kullanarak stratejik avantaj elde
etmiştir. Rusya’nın devasa doğal kaynak rezervleri, özellikle petrol ve doğal
gaz sektörleri, ülkenin uluslararası arenadaki en önemli kozlarından biri
olmuştur. Enerji sektörü, yalnızca ekonomik büyümeyi sağlayan bir unsur değil,
aynı zamanda küresel siyasette bir manevra alanı yaratan jeopolitik bir silah
haline gelmiştir. Putin’in ekonomi politikaları üç temel başlık altında
incelenebilir: enerji kaynaklarını bir silah olarak kullanması, oligarklarla
kurduğu ilişkiler aracılığıyla ekonomik gücü merkezileştirmesi ve Batı’nın
yaptırımlarına karşı geliştirdiği ekonomik direniş stratejileri.
Doğal Gaz ve Petrol Politikaları: Enerji Silahı
Rusya, dünyanın en büyük doğal gaz ve petrol üreticilerinden
biri olarak küresel enerji piyasasında belirleyici bir rol oynamaktadır. Putin
yönetimi, bu stratejik avantajı hem ekonomik kazanç elde etmek hem de
jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek amacıyla kullanmıştır. Rusya’nın enerji
politikası, özellikle Avrupa’nın enerji bağımlılığı üzerinden şekillenmiş, bu
durum Moskova’ya Batı karşısında ciddi bir pazarlık gücü sağlamıştır.
Avrupa’nın Enerji Bağımlılığı ve Siyasi Avantaj
Avrupa Birliği, uzun yıllar boyunca enerji ihtiyacının büyük
bir kısmını Rusya’dan karşılamış ve bu bağımlılık, Putin’in Batı üzerindeki en
güçlü baskı araçlarından biri haline gelmiştir. Almanya, Fransa ve İtalya gibi
büyük Avrupa ekonomileri, Rus doğal gazına büyük ölçüde bağımlı hale gelirken,
Rusya da bu ülkelerle enerji temelli yakın ilişkiler geliştirerek siyasi
nüfuzunu artırmıştır. Rusya’nın enerji politikalarındaki en büyük stratejik
projelerden biri olan Nord Stream 1 ve 2 boru hatları, Rus doğal gazının
doğrudan Almanya’ya ulaşmasını sağlayarak Moskova’ya Avrupa üzerinde büyük bir
ekonomik ve siyasi etki alanı kazandırmıştır. Bu boru hatları sayesinde Rusya,
transit ülkeleri (özellikle Ukrayna’yı) devre dışı bırakarak Batı Avrupa
pazarına daha doğrudan ve güvenli bir şekilde enerji ihraç edebilmiştir. Putin
yönetimi, enerji fiyatlarını ve tedarik miktarlarını belirleyerek Avrupa
üzerinde baskı kurmuş, fiyat dalgalanmalarını ve zaman zaman yaşanan enerji
kesintilerini Batı ülkelerinin siyasi kararlarını etkilemek için kullanmıştır.
Rusya’nın, Ukrayna ve Belarus gibi ülkeleri zaman zaman enerji kesintileriyle
zor durumda bırakması, Moskova’nın enerji kaynaklarını yalnızca ekonomik değil,
aynı zamanda siyasi bir silah olarak da gördüğünü göstermektedir.
Ukrayna Savaşı Sonrası Enerji Krizi
2022 yılında Ukrayna’ya yönelik geniş çaplı işgalin
başlamasıyla birlikte, Batı ülkeleri Rus enerji kaynaklarına bağımlılıklarını
azaltma yönünde politikalar geliştirmiştir. Avrupa Birliği, Rus petrol ve doğal
gazına yönelik yaptırımlar uygulamaya başlamış, enerji kaynaklarını
çeşitlendirmek amacıyla ABD, Norveç, Katar gibi ülkelerle yeni enerji
anlaşmaları yapmıştır. Almanya, uzun yıllardır süregelen Rus gazına
bağımlılığını sona erdirerek LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) altyapısını
güçlendirmeye yönelmiş, bu da Rusya’nın Avrupa üzerindeki enerji baskısını
azaltmaya başlamıştır. Buna karşılık Putin yönetimi, enerji ihracatını Asya
pazarlarına kaydırarak Batı’nın yaptırımlarına direnmeye çalışmıştır. Özellikle
Çin ve Hindistan, Rus enerji kaynaklarının en büyük alternatif alıcıları haline
gelmiştir. Rusya, Batı’nın yaptırımları nedeniyle indirimli fiyatlarla petrol
ve gaz satmak zorunda kalmış olsa da, bu yeni enerji ortaklıkları sayesinde
ekonomik kayıplarını bir ölçüde dengelemiştir. Çin ile imzalanan uzun vadeli
enerji anlaşmaları, Rusya’nın Asya’daki ekonomik ve stratejik konumunu
güçlendirmiştir. Ancak Batı yaptırımlarının uzun vadeli etkileri göz önüne
alındığında, Rusya’nın enerji sektöründeki gücü sarsılma riskiyle karşı
karşıyadır. Avrupa, fosil yakıtlara bağımlılığı azaltma ve yenilenebilir
enerjiye geçiş süreçlerini hızlandırırken, Rusya’nın geleneksel enerji
ihracatına dayalı ekonomik modeli sürdürülebilirlik açısından zorluklar
yaşamaktadır. Yaptırımlar nedeniyle Rusya, Batı’nın ileri teknoloji ve finansal
piyasalarına erişim konusunda büyük kısıtlamalarla karşı karşıya kalmış, bu da
petrol ve gaz sektöründe yeni yatırımların önünü kesmiştir.
Kısacası, Putin’in enerji politikaları, Rusya’yı küresel bir
enerji devi olarak konumlandırırken, Batı ile yaşanan ekonomik savaşı daha da
derinleştirmiştir. Rusya, enerji kaynaklarını yalnızca ekonomik kazanç elde
etmek için değil, aynı zamanda jeopolitik baskı aracı olarak kullanarak küresel
güç dengelerinde belirleyici bir aktör olmuştur. Ancak, Ukrayna savaşı
sonrasında Batı’nın enerji bağımlılığını azaltma politikaları ve Rusya’ya
uygulanan yaptırımlar, Moskova’nın enerji stratejisinin sürdürülebilirliği konusunda
ciddi soru işaretleri yaratmaktadır. Enerji ihracatındaki yön değişimi,
Rusya’nın ekonomik kayıplarını telafi etmeye yardımcı olsa da, Batı ile yaşanan
ekonomik ve teknolojik kopuşun uzun vadeli sonuçları, Rus ekonomisini derinden
etkileyebilir. Bu bağlamda, Putin’in enerji politikalarının geleceği, Rusya’nın
Asya ile geliştirdiği ekonomik ilişkiler, enerji piyasalarındaki küresel
dalgalanmalar ve Batı’nın enerji bağımlılığına karşı geliştirdiği yeni
politikalar çerçevesinde şekillenecektir. Ancak kesin olan bir şey var ki,
enerji sektörü Putin yönetimi için yalnızca bir ekonomik kaldıraç değil, aynı
zamanda Rusya’nın küresel siyaset sahnesindeki en güçlü silahlarından biri
olmaya devam edecektir.
2. Oligarklarla Olan İlişkisi: Ekonomik ve Siyasi Kontrol
Mekanizması
Vladimir Putin’in iktidarının en önemli dayanaklarından
biri, Rusya’nın en zengin iş insanlarıyla, yani oligarklarla kurduğu stratejik
ilişkidir. Oligarklar, Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasının ardından
hızla yükselen ve ülkenin enerji, finans, medya ve sanayi sektörlerini kontrol
eden iş insanlarıdır. Bu kesim, Rus ekonomisinin bel kemiğini oluşturmakla
birlikte, aynı zamanda ülke siyaseti üzerinde de büyük bir etkiye sahiptir.
Ancak Putin’in 2000 yılında iktidara gelmesiyle birlikte, oligarkların gücü
doğrudan Kremlin’in kontrolü altına alınmış ve ekonomi ile siyaset arasındaki
güç dengesi büyük ölçüde devlet lehine değişmiştir. Putin, iktidarının ilk
yıllarında devlet otoritesini yeniden tesis etmek ve ekonomik gücü
merkezileştirmek için oligarkları sistematik bir şekilde kontrol altına
almıştır. Devletle iş birliği yapmayı reddeden veya siyasi olarak bağımsız
hareket eden iş insanları ağır yaptırımlarla karşılaşırken, Kremlin’e sadık
kalanlar büyük devlet ihaleleri, özel ekonomik ayrıcalıklar ve siyasi koruma
ile ödüllendirilmiştir. Bu süreç, Rusya’da devlet kapitalizminin güçlenmesine
ve Putin’in ekonomik elitler üzerindeki kontrolünü artırmasına yol açmıştır.
Putin’in Oligarkları Kontrol Altına Alması
1990’larda Rusya, hızlı özelleştirme süreçleri sonucunda
devletin devasa enerji ve sanayi varlıklarının bir grup iş insanının eline
geçtiği bir dönem yaşamıştır. Bu dönemde oligarklar, siyasetçiler üzerinde
ciddi bir nüfuza sahip olmuş ve Kremlin yönetimlerini doğrudan etkilemeye
başlamıştır. Ancak Putin, iktidara gelir gelmez devletin ekonomik kontrolünü
geri almak için radikal bir politika izlemiştir. 2000’li yılların başında
Putin, oligarkları Kremlin’e bağımlı hale getirme sürecini başlatmış, devlete
sadık olmayan veya muhalif tavır sergileyen iş insanlarını sistem dışına
itmiştir. Bu sürecin en dikkat çekici örneklerinden biri, Rusya’nın en büyük
petrol şirketlerinden biri olan Yukos’un sahibi Mihail Hodorkovski’nin
tutuklanması ve şirketinin Gazprom’a devredilmesidir. Hodorkovski, Kremlin’e
karşı bağımsız bir ekonomik güç olarak hareket ettiği için, yolsuzluk
suçlamalarıyla hapse atılmış ve serveti devlet kontrolüne geçmiştir. Bu olay,
Putin’in oligarklara açık bir mesaj vermesini sağlamış ve ekonomik gücün
yalnızca Kremlin’in izniyle var olabileceğini göstermiştir. Benzer şekilde,
medya sektörünü elinde tutan ve Kremlin’in politikalarını eleştiren iş
insanları da benzer kaderleri paylaşmıştır. Vladimir Gusinski ve Boris
Berezovski gibi medya patronları, Putin’e karşı gelmeleri nedeniyle yurtdışına
kaçmak zorunda kalmış, varlıkları ise devletin kontrolüne geçmiş veya Kremlin’e
sadık isimlere devredilmiştir. Bu süreç, Rusya’daki ekonomik gücün, sadece
Putin’e bağlı olanlar tarafından kullanılabileceği bir sistemin oluşmasına
zemin hazırlamıştır.
Oligarkların Putin’e Bağlı Kalmasının Sebepleri
Putin yönetimi altında oligarklar, Kremlin’in doğrudan
kontrolü altında faaliyet göstermeye zorlanmış ve bu durum ekonomik elitler
için yeni bir sistem yaratmıştır. Oligarkların Kremlin’e olan sadakati, büyük
ölçüde devlet tarafından sağlanan ekonomik ve siyasi avantajlarla
pekiştirilmiştir.
Devlet İhaleleri ve Özel Ayrıcalıklar
Putin, sadık iş insanlarını devletle ortak projelerde
görevlendirerek onları Kremlin’e daha da bağımlı hale getirmiştir. Savunma
sanayii, enerji sektörü, altyapı projeleri ve uluslararası yatırımlar gibi
stratejik alanlarda oligarklara büyük paylar verilmiştir. Örneğin, Gazprom ve
Rosneft gibi devlet kontrolündeki enerji devleri, Kremlin’e sadık iş
insanlarının yönettiği şirketlerle büyük iş anlaşmaları yaparak ekonomik
elitleri devletin güdümüne almıştır.
Ekonomik Koruma ve Güvence
Putin yönetimi, oligarklara ekonomik koruma sağlamakta ve
Batı’nın uyguladığı yaptırımlara karşı destek sunmaktadır. Devlet kontrolündeki
bankalar ve finans kuruluşları, ekonomik olarak zor duruma düşen iş insanlarına
finansal destek sağlamış ve Kremlin’e bağlı kalmalarını garanti altına
almıştır. Bu destek mekanizması, oligarkların Batı’nın ekonomik sistemine
entegre olma çabalarını engellemiş ve onları Moskova’nın gücüne daha da bağımlı
hale getirmiştir.
Siyasi Güç ve Güvenlik
Putin, ekonomik elitlerin yalnızca iş dünyasında değil,
siyaset sahnesinde de önemli roller üstlenmesine izin vermiştir. Kremlin’e
yakın oligarklar, uluslararası ilişkilerde Putin’in ajandasını destekleyen
ekonomik ve diplomatik faaliyetlerde bulunmuş, aynı zamanda devletin propaganda
mekanizmasına katkı sağlamıştır. Bunun karşılığında, Kremlin’e sadık olan
oligarklar büyük ekonomik imtiyazlar kazanırken, muhalif tutum sergileyenler
hızla tasfiye edilmiştir. Putin’e sadık olmayan iş insanları, yolsuzluk suçlamalarıyla
karşı karşıya kalmış, şirketleri devletleştirilmiş ya da Rusya’dan kaçmak
zorunda bırakılmıştır.
Ukrayna Savaşı Sonrası Oligarkların Durumu
2022’de başlayan Ukrayna savaşı, Rus oligarkları için bir
dönüm noktası olmuştur. Batı, Putin’in en önemli ekonomik destekçileri olan iş
insanlarını hedef alarak kapsamlı yaptırımlar uygulamaya başlamış, birçok
oligarkın mal varlıkları dondurulmuş ve uluslararası finansal sistemden
dışlanmıştır. AB ve ABD, oligarkların Avrupa’daki mal varlıklarına el koyarak
Rus sermayesinin küresel finans sistemindeki hareket alanını daraltmıştır.
Yatlar, lüks mülkler ve bankalardaki milyarlarca dolarlık varlıklar dondurulmuş,
Rus iş insanlarının Batı ile olan bağlantıları ciddi şekilde zayıflatılmıştır.
Bu süreç, birçok oligarkın Batı’ya olan ekonomik entegrasyonunu sona
erdirirken, Kremlin’e olan bağımlılıklarını da artırmıştır. Ancak Putin,
yaptırımlara karşı bir karşı strateji geliştirerek oligarklarını koruma altına
almıştır. Batı tarafından izole edilen iş insanları, Rusya’da ekonomik olarak
desteklenmiş, kayıplarını telafi etmek için devletin sunduğu yeni projelere
yönlendirilmiştir. Bu bağlamda, yaptırımların paradoksal bir etkisi olmuş ve
oligarkların Batı ile olan bağlarını koparıp Kremlin’e daha fazla bağımlı hale
gelmelerine yol açmıştır.
Geçmişten günümüze gelen ilişkilere baktığımızda genel
olarak Putin’in oligarklarla kurduğu sistem, ekonomik elitlerin Kremlin’e
mutlak bağımlılığı üzerine inşa edilmiştir. Bu sistem, oligarkların büyük
ekonomik imtiyazlar kazanmasını sağlarken, aynı zamanda Putin’in kontrolünü
güçlendirmiştir. Ancak, Ukrayna savaşı sonrası Batı’nın uyguladığı sert
yaptırımlar ve Rus ekonomisinin daralan hareket alanı, bu sistemin
sürdürülebilirliği konusunda ciddi soru işaretleri yaratmaktadır. Önümüzdeki
yıllarda, Putin’in oligarklarla olan ilişkisi, Rus ekonomisinin Batı
yaptırımları karşısında nasıl bir yol izleyeceğiyle doğrudan bağlantılı
olacaktır. Eğer Rusya, küresel ekonomik izolasyonunu aşamazsa, oligarkların
Kremlin’e olan bağlılığı giderek artacak, ancak ekonomik gücün azalmasıyla
birlikte sistemin iç dengelerinde büyük değişimler yaşanabilecektir. Putin’in
rejimi için ekonomik elitlerin sadakati hala kritik bir unsur olmaya devam etse
de yaptırımların uzun vadeli etkileri bu ittifakın kırılganlığını artırabilir.
3. Ekonomik Direniş: Batı Yaptırımlarına Karşı
Stratejiler
Rusya, 2022’de Ukrayna’yı işgali sonrası Batı tarafından
benzeri görülmemiş ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya kalmıştır. ABD, Avrupa
Birliği ve müttefikleri, Rusya’nın küresel finans sistemine erişimini
kısıtlamış, enerji ihracatına yönelik ambargolar uygulamış ve Rus
oligarklarının mal varlıklarını dondurmuştur. Bu yaptırımların amacı, Rus
ekonomisini zayıflatarak Kremlin’in savaş kapasitesini sınırlamak ve Rus
liderliğini siyasi ve ekonomik olarak izole etmektir. Ancak Vladimir Putin
yönetimi, bu yaptırımlara karşı bir dizi stratejik karşı önlem geliştirmiştir.
Bu süreçte Rusya, alternatif ticaret yolları kurarak, yerli üretimi teşvik
ederek ve finansal sistemini güçlendirerek ekonomik direncini artırmaya
çalışmıştır.
Alternatif Ticaret Kanalları ve Dost Ülkelerle İşbirliği
Rusya, Batı'nın yaptırımları karşısında küresel ekonomik
sistemden tamamen kopmamak için Asya, Orta Doğu, Afrika ve Latin Amerika’daki
ülkelerle ekonomik iş birliklerini derinleştirmeye başlamıştır. Batı
pazarlarının kapanmasıyla Rusya, Çin ve Hindistan gibi büyük ekonomilere
yönelmiştir. 2023 itibarıyla Çin, Rusya’nın en büyük ticaret ortağı haline
gelmiş, enerji ve sanayi ürünleri başta olmak üzere ticaret hacmi rekor
seviyelere ulaşmıştır. Hindistan ise Rus petrolünün önemli bir alıcısı olmuş,
bu durum Moskova’nın enerji gelirlerini dengelemeye yardımcı olmuştur.
Putin yönetimi, Batı yaptırımlarına karşı "dost olmayan
ülkeler" listesi oluşturarak bu ülkelerle ekonomik ilişkilerini sınırlama
kararı almıştır. Bu kapsamda, Batı’nın şirketlerine yaptırımlar uygulanmış,
bazı yabancı şirketlerin Rusya’daki varlıklarına el konulmuş ve yerli
firmaların Batılı tedarikçilere olan bağımlılığı azaltılmaya çalışılmıştır.
Batı’nın Rus bankalarını SWIFT sisteminden çıkarması,
Rusya’nın uluslararası ticaretini ciddi şekilde zorlaştırmıştır. Ancak Kremlin,
Çin’in CIPS sistemi, Hindistan’ın yerel ödeme sistemleri ve Mir adlı kendi
ulusal ödeme sistemini geliştirerek alternatif çözümler yaratmaya çalışmıştır.
Özellikle Çin ile yapılan ticarette yuan kullanımı artırılmış, Rus bankaları
ile Asya’daki finans kuruluşları arasında doğrudan ödeme bağlantıları
kurulmuştur. Bu adımlar, Rus ekonomisinin Batı yaptırımlarından tamamen çökmesini
engellemiş ve ülkenin küresel ekonomik sistemdeki varlığını sürdürmesini
sağlamıştır. Ancak, Batı’dan kopmanın uzun vadede Rusya için büyük maliyetleri
olabileceği de göz ardı edilmemelidir.
Yerel Üretimi Artırma ve Ekonomik Kendi Kendine
Yeterlilik
Batı yaptırımları, Rusya’nın özellikle teknoloji, tarım ve
sanayi sektörlerinde ithalata bağımlı olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu
durum, Kremlin’i yerli üretimi teşvik eden politikalar geliştirmeye ve kendi
kendine yeten bir ekonomi yaratmaya yönelik adımlar atmaya zorlamıştır.
Rus hükümeti, Batı’dan ithal edilen ürünlerin yerli
muadillerinin üretilmesi için büyük teşvikler sunmuştur. Özellikle savunma
sanayii, otomotiv, yarı iletken üretimi ve yazılım geliştirme gibi stratejik
sektörlerde devlet destekleri artırılmıştır. Ancak, Batı'nın ileri teknoloji
ihracatına getirdiği kısıtlamalar nedeniyle Rusya'nın bu alanlarda hızlı bir
şekilde gelişim göstermesi zor olmaktadır.
Tarım sektöründe ise, Rusya kendi kendine yetebilmek için
üretimi artırmaya yönelik politikalar izlemiştir. Özellikle buğday ve diğer
tarım ürünlerinde büyük ihracatçı konumunda olan Rusya, yaptırımlara rağmen
küresel gıda piyasasında etkinliğini koruyabilmiştir. Devlet destekleriyle
tarımsal üretimi artırmaya yönelik projeler teşvik edilmiş, Batı’dan ithal
edilen gıda ürünlerine alternatif olarak yerli üretim politikaları
geliştirilmiştir.
Batılı markaların ülkeyi terk etmesiyle doğan boşluğu
doldurmak için yeni yerli markalar yaratma sürecine girilmiştir. Örneğin,
McDonald’s yerine “Vkusno i Tochka” adlı yeni bir fast-food zinciri kurulmuş,
Batılı otomobil üreticilerinin çekilmesiyle yerel otomotiv sanayii teşvik
edilmiştir. Ancak, bazı sektörlerde Batı teknolojisine olan bağımlılığın hâlâ
devam ettiği görülmektedir.
Ruble’yi Güçlendirme ve Döviz Kontrolleri
Batı yaptırımları, Rus ekonomisi için en büyük tehditlerden
biri olan ruble’nin değer kaybına yol açma riskini de beraberinde getirmiştir.
Ancak Kremlin, döviz piyasasına yönelik katı müdahalelerle ulusal para birimini
istikrarlı tutmayı başarmıştır.
Putin, Batılı ülkelere enerji ihracatı için ruble ile ödeme
yapılmasını zorunlu hale getiren bir politika benimsemiştir. Bu adım, Batı'nın
enerji ödemelerini Rus finans sisteminden tamamen çıkarmasını engellemiş ve
rubleye olan talebi artırmıştır.
Rusya Merkez Bankası, yaptırımlardan sonra büyük çaplı döviz
çıkışlarını engellemek amacıyla sermaye kontrolleri uygulamıştır. Banka
hesaplarından döviz çekme limitleri getirilmiş, yurt dışına para transferleri
sınırlandırılmış ve yabancı yatırımcıların Rus piyasalarından çıkışı
zorlaştırılmıştır.
Rusya, yaptırımlara karşı rezervlerini güçlendirmek için
altın alımlarını artırmış, Çin yuanı ve diğer dost ülkelerin para birimlerine
yönelmiştir. Bu, Rusya’nın dolar ve euroya olan bağımlılığını azaltmaya yönelik
uzun vadeli bir stratejinin parçası olmuştur.
Sonuç
Vladimir Putin’in Rusya siyasetinde uzun yıllar boyunca
varlığını sürdürebilmesi, yalnızca otoriter yönetim anlayışıyla değil, aynı
zamanda geniş kapsamlı bir güç stratejisiyle açıklanabilir. Putin, güçlü lider
imajı, medya üzerindeki hâkimiyeti, milliyetçilik söylemi, güvenlik
politikaları ve dış ilişkilerde izlediği denge stratejileriyle hem iç
politikada hem de uluslararası sahnede konumunu sağlamlaştırmıştır. Onu
“vazgeçilmez” kılan en temel faktör, yalnızca devletin kurumsal yapısı
üzerindeki denetimi değil, aynı zamanda Rus toplumunun tarihsel ve
sosyokültürel dinamiklerini ustalıkla yönetme becerisidir.
Putin’in liderliği, yalnızca Rusya’nın iç dinamiklerine
dayanmamakta, aynı zamanda küresel güç dengeleri içinde bir karşı hegemonya
kurma girişimiyle de şekillenmektedir. Soğuk Savaş sonrası Batı merkezli
uluslararası düzenin karşısında, Rusya’yı bağımsız ve güçlü bir aktör olarak
konumlandırma hedefi, Putin’in dış politikasının temel motivasyonlarından biri
olmuştur. Özellikle 2014 Kırım ilhakı ve 2022 Ukrayna savaşı, bu stratejinin en
çarpıcı örnekleri olarak değerlendirilebilir. Putin, Rusya’nın küresel arenada
yeniden süper güç statüsüne ulaşması için Batı ile doğrudan bir rekabet içine
girmiş, ancak bu süreç Moskova’nın ekonomik ve siyasi izolasyonunu da
beraberinde getirmiştir.
İç politikada ise Putin, güçlü lider kültü inşa ederek
toplumsal desteğini pekiştirmiş ve devletin tüm kurumsal mekanizmalarını kendi
yönetimi etrafında merkezîleştirmiştir. Medya kontrolü, muhalefetin sistematik
baskı altına alınması ve milliyetçi retorik, Putin’in halk desteğini diri tutan
temel unsurlar arasında yer almıştır. Özellikle Rus halkının tarihsel olarak
güçlü merkezi yönetime duyduğu güven, Putin’in otoriter eğilimlerini
meşrulaştırmasını kolaylaştırmıştır. Ancak bu sistemin sürdürülebilirliği,
zaman içinde değişen ekonomik ve siyasi koşullara bağlı olarak sınanacaktır.
Rusya’nın ekonomik gücü, büyük ölçüde enerji kaynaklarına
dayanmaktadır ve Putin, enerji ihracatını Batı’ya karşı bir siyasi silah olarak
kullanmıştır. Ancak Batı’nın Rus enerji bağımlılığını azaltmaya yönelik
politikaları, Moskova’nın küresel enerji piyasalarındaki manevra alanını
daraltmaktadır. Alternatif olarak Asya ve küresel güney ile geliştirilen yeni
ekonomik ittifaklar, Rusya’nın Batı merkezli finansal sisteme olan
bağımlılığını kısmen azaltsa da, uzun vadede Rus ekonomisinin teknolojik
gelişimi ve üretim kapasitesi sınırlı kaldıkça sürdürülebilirliği tartışmalı
olacaktır.
Bu çerçevede, Putin’in uzun yıllara dayanan güç
stratejisinin geleceği üç temel faktöre bağlıdır: ekonomik dayanıklılık,
toplumsal meşruiyet ve uluslararası konjonktür. Ekonomik yaptırımların uzun
vadeli etkileri, iç siyasette artan baskılar ve küresel güç dengelerindeki
değişimler, Putin’in mevcut sistemini sürdürülebilir kılmak adına yeni
stratejiler geliştirmesini zorunlu kılmaktadır.
Sonuç olarak, Putin’in bugüne kadar izlediği güç stratejisi,
onun Rusya siyasetindeki merkezî rolünü pekiştirmiş ve onu “vazgeçilmez” bir
lider haline getirmiştir. Ancak bu sistemin sürdürülebilirliği, hem iç hem de
dış faktörlerin dinamik yapısı nedeniyle ciddi sınamalarla karşı karşıyadır.
Putin’in gelecekteki en büyük sınavı, hem ekonomik izolasyonun etkilerini
bertaraf etmek hem de toplumsal desteğini koruyarak iç istikrarı
sürdürebilmektir. Rusya’nın küresel arenadaki rolü, yalnızca Putin’in siyasi
manevralarına değil, aynı zamanda Batı’nın ve yükselen güçlerin ona karşı
geliştireceği stratejilere de bağlı olacaktır. Bu bağlamda, Putin’in izlediği
strateji, yalnızca Rusya’nın değil, küresel düzenin geleceğini de şekillendiren
belirleyici bir faktör olmaya devam edecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder